Edebiyat

BENEKLER

Yere döşenmiş mermer soğuktu. Ve benekli… Kırmızı benekler, mermerin üstünde gezinen çıplak ayaklara da bulaşmıştı. Oradan yukarı incecik, görünmez tüylerin arasından bacaklarına tırmanıyor; vücudunu saran, beyaz, göğsü dantelli geceliğinde büyük, anlamsız bir lekeye dönüşüyordu. Genç kadının gözleri görünmüyordu. Hafif öne eğmişti başını. Yüzünün yarısına gelen kâkülleri, omuzlarının üzerinden beline dökülen simsiyah saçları ile gizemliydi kadın. Sol yanı yukarı kıvrılmış, hafif aralık dudakları ile ürkütücü…

Çok sıkılıyordu canı. Bodrum katın boğucu havasından çıkmak, sıkıntısını rüzgârda savurmak istiyordu. Pişmanlığını, korkusunu toprağa gömmek. Hafifler miydi o zaman? Şu benekler gibi küçücük, önemsiz kalır mıydı? En azından denemeliydi; ama tek başına gitmek istemiyordu. ‘’Gelir mi benimle o da? Elimden tutar mı şu kaygan zemine daha sağlam basabilmem için?’’

Adama seslenmek için döndü. Orada, bodrumun köşesindeydi. Ama kafası yerinde değildi adamın. Her şeyden habersizdi, huzurluydu artık. O kadına kavuşmuş olmalıydı. Günlerdir, aylardır hatta yıllardır resmini yaptığı kadına.

Elleri tutkuyla dans ederdi tuvalin üstünde. En çok kırmızıyı kullanırdı. Her bitirdiği resmin ardından, saatlerce bakardı ona. Elleri yüzü kırmızılar içinde, aynı şimdi olduğu gibi. Kendi gözlerine bakarken hiç görmediği aşkı, hayranlığı görürdü adamın bakışlarında. Bazen o bakışları öyle kıskanırdı ki karşısına geçer, hipnotize olmuş gözlerin, şans eseri de olsa kendi yeşilleriyle buluşmasını dilerdi. Buluşurdu da. Adamın gözleri, bir şeylerin izini arar gibi dikkatle dolaşırdı kadının solgun yüzünde. Sonra kadın büyük bir hayal kırıklığı okurdu adamın buruk gülümsemesinde. “Hayır,’’ derdi adam, ‘’hatırlamıyorsun.’’ Kendinde neyin eksik olduğunu, neyi hatırlayamadığını merak ederdi. Onu üzdüğünü hisseder, çatlamış ellerini adamın yumuşacık saçlarının arasında gezdirirdi. Teselli etmek isterdi hem onu hem kendisini.

Ama bazen dayanamaz, sorardı adama.

‘’Bakabilir miyim resme?’’

‘’Hayır. Daha değil. Çok erken.’’

‘’Neden? Neden istemiyorsun bakmamı? Ne saklıyorsun benden?’’

‘’Ben değil, sen saklıyorsun. Görebildiğin zaman, izin vereceğim bakmana.’’

Yalandı bu. İki yıldır hiç izin vermemişti bakmasına. Ama dün gece… Dün gece öyle çok ısrar etmişti, öyle çok ağlamıştı ki. Adam sonunda kabul etmişti. Titreyen elleriyle açmıştı tuvalin üzerindeki ince örtüyü. ‘’ O da benim gibi heyecanlı. Ne tepki vereceğimi merak ediyor.’’

Dönüp bakınca hiç beklemediği bir şey gördü karşısında. Hayat dolu yeşil gözler. Bembeyaz tene dökülen, siyah saçlar. Kırmızı güllerin içinde uyuyordu kadın. Üzerinde de çok güzel dantelli bir gecelik. Bu resmin yanında kendisi öyle cansız ve aciz duruyordu ki bir an kadının uyanıp kalkacağını, kendisi ile yer değiştireceğini sandı. Korkuyla geri çekildi. Biliyordu. Böyle mükemmel biri ile karşılaşacağını biliyordu. Başından beri tahmin etmişti bunu. Ama bunun, onu bu kadar sinirlendireceğini, derinlere gömmeye çalıştığı canavarı serbest bırakacağını tahmin etmemişti. Geri dönüşün olmadığını fark ettiğinde çoktan kızıla boyamıştı bütün tuvali.

Yüzünün yarısına gelen kâkülleri, omuzlarının üzerinden beline dökülen simsiyah saçları ile gizemliydi kadın. Sol yanı yukarı kıvrılmış, hafif aralık dudakları ile ürkütücü. Sol eli vıcık vıcık olmuş, kırmızı bir yumağın içine kenetlenmişken; sağ eli bırakıverdi elindeki keskin parlaklığı. Metal, yerde çınlamadan önce bir an için kesip geçti ardındaki manzarayı. Arkada, bodrumun köşesinde, ahşaptan yuvarlak tabure yana devrilmişti. Bilekleri sımsıkı saran halatın diğer yarısı ise yerde birbirine dolanmıştı. Benekler en çok burada, halatla taburenin arasında birikmiş, koca bir göl oluşturuyordu. Adamın kafası yerinde değildi.

Ezgi Orhan

Poe’nun dehşetengiz öykülerinin karanlığı ile Miyazaki’nin rengarenk ve duygu dolu dünyasının arasında kalmış, yolunu bulmayı çok da umursamayan kayıp bir ruh. Neden yazar, neden çizer? Çünkü konuşmayı sevmez, anlatmayı da sevmez; ama hayal etmeyi sever. Gerçekleştirmeyi umursamadan hayal eder. Bunları da kağıda döker. İleride ait olamadığı bu dünyadan kaçıp Neverland’a yerleşmek, kitapları ve boyaları ile sonsuza dek mutlu yaşamak istemektedir. Ama şimdi katılması gereken bir karnaval var.

YAZAR HAKKINDA

Ezgi Orhan

Poe’nun dehşetengiz öykülerinin karanlığı ile Miyazaki’nin rengarenk ve duygu dolu dünyasının arasında kalmış, yolunu bulmayı çok da umursamayan kayıp bir ruh. Neden yazar, neden çizer? Çünkü konuşmayı sevmez, anlatmayı da sevmez; ama hayal etmeyi sever. Gerçekleştirmeyi umursamadan hayal eder. Bunları da kağıda döker. İleride ait olamadığı bu dünyadan kaçıp Neverland’a yerleşmek, kitapları ve boyaları ile sonsuza dek mutlu yaşamak istemektedir. Ama şimdi katılması gereken bir karnaval var.

Bir Yorum Yazın

8 + 1 =

3 Yorum

  • çok güzel bir atmosfer çizmişsin, ben şahsen kadının resimde neye kızıp cinayeti neden işlendiğini, tam anlayamadım, kara fimlerdekine benzer bir hava hissettim, tebrikler

  • Ürperdim. Ellerine sağlık. Kadın erkeğin onun olmadığı bir kadın gibi görmesi ve olamadığı kadını sevmesinin çaresizliği ve hayal kırıklığı olarak düşünüyorum cinayet sebebini.