Karşımızdaki metin çerçeve öykü tekniği ile yazılmış. İki arkadaş Paris’te bir kafede birlikte akşam yemeği yerken yaşlılık üzerine sohbet ediyorlar. Pierre Carnier, arkadaşı Henri Simon’a kendi yaşlanma deneyimini anlatıyor. Bu noktada, Tanrı anlatıcı son bulup öyküyü Pierre Carnier’in ağzından dinliyoruz.
Birinci paragraftaki betimlemelere, oluşturulan atmosfere biraz yakından bakalım. Bize açık açık söylenmese de iki kişinin oturmakta olduğunu pekâlâ var sayabiliriz. İki kişinin etrafında olanlar betimlenirken hareketi, yolculuğu çağrıştıran ifadeler var. “Dışarıda dolaşanların başını döndüren’”, “nereye gittiğini bilmeden”, “uzaklara gitme isteği”, “esinti”, “ırmak”…
Öykünün son paragrafında ise bu kez Carnier’i geçmişte sevmiş olduğu kadınla (Bayan Julie Lefevre) aynı kompartımanda görüyoruz. İlk paragraftaki gibi yine karşı karşıya oturduklarını varsayabiliriz. İçinde seyahat ettikleri tren, hem mekânsal yolculuk hem de zamansal yolculuk duygusunu okura çağrıştırıyor.
Elveda öyküsü yaşlanmak, zaman içinde değişim, aşk, fiziksel güzellik gibi temaları ele alıyor. Carnier, kumsalda tanıştığı kadına, ilk anda fiziksel güzelliğinden etkilenerek âşık oluyor. Çiftin üç ay süren birlikteliklerinde neler yaşadıklarına hiç değinilmiyor. Besbelli yazar hikâyenin o yönde derinleşmesini istememiş. Carnier’in aşkı öyle yoğun ki (Maupassant gücenmez ise öyle gözü dönmüş mü demeli?) Julie Lefevre’nin evli olması, bir kocasının olması en küçük bir meselesi bile değil. Kahramanın duyduğu aşkın fiziksel bir çekicilik olduğunu vurgulamak için anlatıcı kadının ısrarla dış görünüşünden; hatta elbiselerinin dahi biricik oluşundan bahsediyor. Julie Lefevre’nin Carnier ile iletişimi, sesinin tonu, varsa şuh tavırlarından dahi hiç bahsedilmiyor.
“Başörtüsünü mobilyaların üzerinde, eldivenlerini koltukta görmek bile heyecanlanmama neden oluyordu. Giysilerinin eşsiz olduğunu düşünüyordum. Kimsede onunkine benzeyen bir şapka yoktu.”
Sadece tensel hazza dayanan bu ilişkinin üç ay gibi kısa sürmesi okura şaşırtıcı gelmiyor. Anlatıcı iki sevgilinin aşk ilişkisini her fırsatta güzellik, gençlik üzerinden betimliyor.
“Onu öyle seviyordum ki! O kadar güzel, zarif ve gençti ki!”
Carnier’i sevgisinin pek yüzeysel olduğu gerekçesi ile suçlamadan önce Tolstoy’u hatırlayalım. Tolstoy aşkın masum, saf bir duygu olarak anlatılageldiğini, fakat bunun doğru olmadığını, aşkın temelinde aslında fiziksel güzellik arayışı yattığını savunur. Hem erkekleri hem de kadınları sığ arzuları sebebiyle eleştirir:
“Sevdiğiniz bir erkeğin karşısına yalancılıkla, zalimlikle, hatta ahlaksızlıkla mı çıkmayı tercih edersiniz yoksa iyi dikilmemiş bir elbise ile mi? Birçok kadın birincisini tercih edecektir.”
“Her kadın dem vurduğumuz yüksek hislerin yalan dolandan ibaret olduğunu, sadece onların vücudunu istediğimizi, bunun için her türlü densizliğe dem vuracağımız halde giyinişlerindeki en ufak zevksizliği affedemeyeceğimizi bilir.”
Öykünün kırılma noktasını on iki yıl sonra Carnier’in Lefevre ile ilk kez karşılaşması oluşturuyor. Carnier (beklendiği gibi) hayal kırıklığına uğramıştır. Anlatıcı, yaşlanan kilo alan kadını bir tavuğa benzetir!
“Fena halde şişman, yusyuvarlak, kurdeleli bir şapkayla çevrelenmiş ay gibi yüzüyle bu anaç tavuğa göz ucuyla şöyle bir baktım.”
(Kadın okurlar nasıl karşılar bilemem; ama Maupassant’ın anlatıcısı bazen çok acımasız olabiliyor. Carnier, öykünün başında da kadınları kırkına hatta otuzuna gelmeden mezara göndermişti!)
“Ya kadınlar azizim, nasıl da acıyorum o zavallı yaratıklara! Bütün mutlulukları, bütün güçleri bütün hayatları ancak on yıl süren güzellikleri üzerine kurulu!”
Carnier’in trajedisinde yaşlanmak; ölüm, hastalanmak, güçten düşmek ile ilintili değildir. Onun asıl dramı, yaşlandığı için kadınlar tarafından beğenilmeme korkusudur. Nitekim Lefevre’nin geçen yıllarda nasıl çöktüğünü gördükten sonra sıra kendisine de gelir.
“Siz de değişmişsiniz. Saçlarınız bembeyaz olmuş.”
Aslında Lefevre, Carnier’e ayna tutmuştur. Carnier için sadece saçlarının beyazladığı ifadesi kullanılmış olsa da kahramanımız şimdi anne olan kadında kendi bedenin çöküşünü görmüştür. Nitekim son paragrafta Carnier gerçekten aynaya bakar.
“Akşam evimde tek başınayken uzun süre aynada kendime baktım, çok uzun süre… Sonunda belleğimi gözden geçirip bir zamanlar neye benzediğimi, kahverengi bıyığımı ve siyah saçlarımı, yüzümün genç görünümünü hatırladım.”
SON SÖZ NİYETİNE
Maupassant’ın öyküsü, dağılmadan meselesini sadelikle anlatıyor. Gençlik, yaşlılık, güzellik ve çöküş temaları metnin ana eksenini oluşturuyor; ancak ben Carnier’in acısına yeterince ortak olamadığımı itiraf etmeliyim. Lefevre ile sohbet ederken yaşadığı şaşkınlık; artık kadını beğenmemesinden, kendisinin de beğenilmeyeceği korkusundan ibaret. Kompartımana güzel (tabi otuzunu aşmamış olması da gerekiyor) bir hostes girip kendisi gibi şık beyleri ağırlamaktan tren yolu şirketinin mutluluk duyduğunu söyleyiverse trajik bir kahraman olmak bir yana, Carnier dünyanın en mutlu erkeği olacak! Arkadaşı Henri Simon’ a anlattığı hikâyenin sonunu bambaşka bir şekilde bağlayacak, yedikleri yemeğin hesabını arkadaşının ödemesine izin vermeyeceği gibi hemen daha fazla muhabbet etmek için birer punç sipariş edecek. O akşam aynada yüzüne yine bakacak; fakat bu sefer geçmişe dair bir kaygı taşımaktan çok hangi pahalı berbere gideyim de sakallarıma şekil verdireyim, saçlarımı da boyatsam fena olmayacak diye geçirecek içinden. Ömrü boyunca biriktirdiği kenardaki parası ile gurur duyacak; genç kadınlara istediği takıyı alabilir, onları pahalı restoranlarda ağırlayabilir artık.. Henri Simon ile birlikte biz de okur olarak merakla dinleyeceğiz yaşlı adamın bundan sonraki hikayesini. Haydi, garson hanım! Çay servisi yaptığınız tepsiyi uzatırken Carnier’in gözlerinin içine bakın. Konuşun onunla. Bakın nasıl da yüzündeki hüzün bulutu bir anda dağılıveriyor. Cesaret bulup küçük bir çocuk gibi nasıl koridora kadar peşinize takılacak, sizinle sohbet etmek için bahaneler uyduracak, güzergahı bildiği halde trenin Abbeville’ye uğrayıp uğramayacağını soracak. Ona yanıt verirseniz sizden cesaret alacak, Paris’te trenden birlikte inmeyi, Seine nehri kıyısında; yahut Montemarte’da bir restoranda oturup birlikte füme somon yiyip yanında Mercury şarabı içmeyi, akşam Opera de Garnier’de bale izlemeyi önerecektir. Lefevre’yi, geçmişi, hüzünlerini unutmayacaksa da hepsini değerli bir tecrübe sayacak, yaşı ile utanmayı bırakın, gurur duyacak. Kızı yaşında olmanızın, bir sevgiliniz hatta şayet varsa kocanızın olmasının hiç önemi yok. Carnier böyle şeylere takılmaz. Kendinizi çirkin görmekten de bir an önce vazgeçin. Boşverin teyzenizin ve piyano dersleri aldığınız Madame de Delacroix’in hep ablanıza iltifatlar yağdırırken size kısa boylu demelerine! Mavi gözleriniz, upuzun lüleli saçlarınız ile övünün! Hem size bir sır vereyim mi? Bakmayın Carnier’in boyuna güzellikten bahsetmesine! O asıl gençlik arıyor! Yaklaşın karşınızdaki mutsuz adama. Söze başlamaya çekiniyorsanız bırakın ilk o konuşsun. Bir gülümseyin yeter.
Sesli Kitap: