İncelemeler

ANDREY PLATONOV – İNEK ÖYKÜ İNCELEMESİ

Platonov’un eserleri ile tanıştıktan sonra ne zaman içinde tren, demiryolu geçen bir hikâye okusam aklıma “İnek, “Muhteşem Vahşi Dünya, “Hayvanlar ve Bitkiler Arasında öyküleri geliyor. İnek öyküsü bir çocuğun gözünden ama tanrı anlatıcı ile anlatılan ustaca kurulmuş yalın bir hikâye. Yazımızda bu öykünün nasıl oluşturulduğunu ve okuru etkilemeyi nasıl başardığını anlamaya çalışacağız.

Öykümüzün daha ilk paragrafında yalnızlık, yoksulluk, kullanılıp atılmış olmak, tüketilmişlik gibi temalar bizi yakalayıverir.

“Bozkırda büyümüş gri Cerkessk ineği ahırda yalnız başına yaşıyordu. Dışı boyalı tahtalardan yapılma ahır, demiryolu bekçisinin küçük avlusunda bulunuyordu. Ahırda odun, kuru ot, darı sapı ve miadı dolmuş ev eşyalarının yanında –kapaksız sandık, yanmış semaver borusu, paçavraya dönmüş kıyafetler, ayaksız bir sandalye– ineğin gece yatması ve uzun kışlar boyunca barınması için bir yer de vardı.”

Mekan betimlemesinin hemen ardından okur bu kez asıl mesele hakkında bilgilendirilir. Köy evinde bir inek, ineğin bir danası vardır ve dana hastadır. Sahne ineğin tek başına değil yanında konuşan küçük çocuğun olduğu halde başlar. Çocuk (Vasya) ineği teselli etmeye çalışır. Oğlu (danası) geri gelecektir; çünkü Vasya’nın babası onu iyileştirmek için şehre götürmüştür.

Platonov hayvanların tepkilerini, suskunluklarını hatta ‘varoluşsal’ sıkıntılarını insanlarla ortak, benzer yönlerini göstererek ama bazen de hayvanların farklı ve biricik özelliklerini vurgulayarak anlatır. Hayvanların insanlarda olmayan yetersizlikleri onların acısını daha derinleştirirken okur nezdinde metnin gerçeklik ve inandırıcılık yönünü güçlendirir. Alıntıladığımız pasajlarda Vasya ile danasını kaybetmenin acısını yaşayan ineği gözlemliyoruz.

“Vasya ahıra girdi ve gözlerini karanlığa alıştırarak ineğe baktı. İnek artık hiçbir şey yemiyordu. Sessizce ve seyrek nefes alıyordu. (Nesnel) Ağır, zorlu bir dert kavruluyordu içinde, çıkışsızd; ancak büyüyebilirdi bu dert. (Öznel) Çünkü inek bir insanın yapabileceği gibi bilinçle, bir arkadaşla ya da eğlence ile avunamazdı.” (Hayvana özgü biriciklik)

İnek bir mutluluğu unutup bir başkasını bulabileceğini ve eziyet çekmeyi bırakıp yeniden yaşayabileceğini anlamıyordu. Bulanık aklı kendisini kandırmasına yardımcı olacak güce sahip değildi.

“Ve inek bezgin bezgin böğürüyordu; çünkü hayata ve tabiata bütünüyle boyun eğmekteydi.”

İneğin uysallığı, acısına katlanan, sabreden karakteri Vasya’nın zor yaşantısına, yoksulluğa, yoksunluğa katlanan ruh hali ile örtüşür. İnek kendisine verilen görevleri çaresiz kabullenirken…

“İnek, pulluğu uslu uslu sürüklüyor ve başını eğmiş, toprağa tükürük akıtıyordu. Vasya ve babası daha önce de çalışmışlardı kendi inekleriyle; sürmeyi biliyordu, boyunduruğa vurulmaya alışkın, sabırlıydı.”

Vasya da yoksulluğuna, yaşadığı acılara isyan etmez:

“Trenin gelişi işitilmiyordu henüz, üzüldü çocuk; burada oturup treni geçirmeye zamanı yoktu ki: Ertesi günün ödevlerini yapıp yatmalı, sabah da erkenden kalkmalıydı. Kolhozun yedi yıllık okuluna devam ediyordu, evinden beş kilometre uzaklıktaki bu okulun dördüncü sınıfındaydı.”

Aslında Platonov hayvanları ve doğayı bu kadar incelikle betimleyebilme gücünü nasıl kazandığının ipuçlarını Hayvanlar ve Bitkiler Arasında adlı öyküsünde kahramanın ağzından verir:

“Ivan Alekseyeviç daha çocukken uyuyan kedileri, köpekleri nasıl şaşkınlıkla, dikkatlice incelediğini anımsıyordu. Ağızları bir şey çiğner, mesut sesler çıkarır, bazen şuursuzluktan körelen gözlerini hafifçe aralayıp tekrar yumar, kıpırdanır, vücutlarının sıcaklığına sarınır ve varlıklarının tadından inlerlerdi.”

Platonov sadece İnek ile değil, Hayvanlar ve Bitkiler Arasında adlı öyküsü ile de hayvanları ustaca betimleme becerisini gösterir. Birlikte Ivan Alekseyeviç’in gözünden tavşanı izleyelim. (Ancak ben bu kez izninizle ne zaman bir metinde tavşana rastlasam aklıma “Hemingway” ve “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” romanının geldiğini söyleyeceğim. İlginçtir, lise yıllarında okuduğum romandan hafızamda sadece Robert Jordan’ın sevgilisi Maria’ya ‘tavşanım’ diye seslenişi kaldı.)

Bebek tavşan orada ayakları ile toprağı eşeliyor, birtakım kökleri ya da geçen yıl birinin bıraktığı lahana yaprağını çıkarmaya çabalıyordu. Yorulmak bilmeden yaşam gailesiyle uğraşıyordu; çünkü büyümesi gerekliydi ve canı durmaksızın yemek istiyordu.”

(…)

Yaşamın bütün zevklerini tatmıştı. Yemiş, içmiş, nefes almış, çevreyi dolaşmış, keyif duymuş, oynamış ve uyumuştu. Uykusunda da keyfi yerindeydi. Hayvanlar sıkça, neredeyse her zaman mutlu rüyalar görür, akılları yaşamın izlenimlerinden kurtulamaz, güçsüzdür, rüyaya giren sevince kolay aldanır; çünkü uykusunda çaresiz ve zavallıdır.”

Platonov sadece hayvanlara ruhsal, duygusal derinlik kazandırmakla kalmaz, cansız makinelere de can katar! Ivan Alekseyeviç’in makasları yağladığı pasajlar Platonov’a hem yazdığı metin (demiryolları, buharlı trenler) hakkında teknik bilgisini konuşturma, hem de baktığı, gördüğü her nesneden dramatik bir olay, edebi bir atmosfer yaratma becerisini sergileme fırsatı verir.

Makasçı traverslerin üzerindeki silinmiş eski yağı temizledi ve tüm sürtünme yerlerine daha kesif, temiz, güvenlik için bol miktarda taze yağ sürdü. Bol yağlandığı takdirde manevra çubuğunun, büyük bir katar geçerken bile oynar gibi hareket ettiğini, sanki petrol yağı içinde yüzdüğünü gözlemlemişti. Oynasın – oynayan şey eziyet çekmez. Demek ki paslanmaz. Sonra Ivan Alekseyeviç kolu temizleyip yağladı ve tüm makas mekanizması alışsın diye birkaç kez ileri geri oynattı.”

(…)

“Metal ve mekanizmaya hayvan yahut bitkiye olduğundan çok daha hassas davranılmalıydı; çünkü canlıyı kurnazlıkla yenmek sahiden mümkündü, teslim olurdu sana. Onu yaralayabilirdin, yarası iyileşirdi. Makine ya da raysa kurnazlığa teslim olmuyordu, onları ancak temiz niyetlerle ele geçirebilirdin, yaralayamazdın. Yaraları iyileşmezdi. Ölümüne çatlarlardı.”

İnek öyküsüne dönecek olursak metinde bu kez lokomotif bir canlıya, acı çeken yaralı bir hayvana benzetilir. (Hatırlarsak öyküde zaten acı çeken somut bir hayvan, ineğimiz vardı)

Buhar piston milinin salmastrasını delmişti ve pistonun her hareketinde dışarı kaçıyordu. Vasya da fark etti bunu. Az sonra uzun bir yokuşa girecekti tren ve lokomotifin gevşek silindirle katarı çekmesi zor olacaktı.”

Trenin başındaki lokomotifin zor işin altından kalkmak için çırpındığı duyuluyordu, ama tekerlekler kayıyor, katar bir türlü gerginleşmiyordu. Vasya feneriyle lokomotife yöneldi; çünkü zorlanan aracın yanında olmak istiyordu, böylelikle kaderini paylaşabilirmiş gibi. Lokomotif öyle bir gayretle çalışıyordu ki borusundan kömür parçaları fırlıyor, kazanın nefes alıp veren uğultulu bağrı işitiliyordu.”

Platonov yine de yetinmez, lokomotifi aynı inek gibi Vasya tarafından sevilen, korunan bir hayvana dönüştürür. Vasya’nın lokomotif kaymasın diye raylara kum serptiği bölüm çocuğun elleri ile otçul hayvanı (ineği) beslemesini çağrıştırır.

“Vasya sırayla önce bir raya, sonra diğerine kum serpmeye koyuldu. Lokomotif çocuğun peşinden güçlükle, yavaş yavaş gidiyor, kumları çelik tekerlekleriyle eziyordu.”

Lokomotif hürriyete hasret tutsak gibi, durduğu yerde bir çırpıda, son hızla döndürdü tekerleklerini, altındaki raylar bile uzaklara değin gürledi hat boyunca. Vasya tekrar lokomotifin önüne fırladı ve raylara, aracın ön çarklarının altına kum serpmeye koyuldu.”

Hayvanlar ve Bitkiler Arasında kahramanı Ivan Alekseyeviç ile İnek öyküsü kahramanı Vasya arasında benzerlikler vardır. Vasya dünyayı gezmek ister. Nil, Mısır, İspanya, Uzakdoğu’yu, Mississippi’yi, Amazon’u merak eder. Ivan Alekseyeviç ise kitapların dünyasını merak eder. İşten çıktığında iki üç gün boyunca eve uğramadığı olur. Bir temsil izlemeye yahut okumak için kütüphaneye gider. Kitapları özellikle başından değil de sonundan ya da ortasından başlar okumaya bu şekilde hayal gücünü kullanarak eksik yerleri doldurur, kitapları okurken onları zihninde yazar.

Aslında iki kahraman da biraz Platonov’un kendisidirler. Vasya hızlıca geçip giden trenlerde belli belirsiz yüzünü gördüğü yolcuların gerçekte kim oldukları üzerine hayaller kurarken:

“Sonra uzunbir süre anımsamıştı çocuk vagonun içinde kim bilir nereye gidenbu düşünceli insanı; bir paraşütçü olmalıydı, bir artist ya da nişan sahibi yahut çok daha iyisi, böyle düşünüyordu onun için Vasya. Fakat kısa süre sonra, bir defasında evlerinin önünden geçmiş bu insanın anısı silinmişti çocuğun yüreğinden; çünkü yaşamaya devam etmesi, başka şeyler düşünüp hissetmesi gerekiyordu.”

Ivan Alekseyeviç trenden düşen (ya da fırlatılıp atılan) eşyaların sahiplerinin kim olabilecekleri üzerine varsayımlarda bulunur:

“Bir keresinde ortasında taze kan lekesi bulunan, hoş kokulu nemli küçük bir kadın mendili bulmuştu. Islak yere dilini değdirmişti, nem tuzluydu. Galiba göz yaşıydı. O zaman sevdiği insan için ağlayıp hasret çeken, göğsündeki ateşli veremden kan tükürdüğü mendilini vagon sahanlığından düşüren gizemli ve hoş kadını gözünde tastamam canlandırabilmek için uzun süre kafa yorması gerekmişti.” 

Platonov’un görünen gerçekliğin ardında hissedilen başka bir duygusal gerçeklik olması meselesine en çok kafa yorduğu öykülerden biri de Muhteşem Vahşi Dünya’dır. Raymond Carver’in Katedral’i de bu öyküden biraz esinlenmiş gibi durur. Fakat bu iki öyküyü incelemeyi başka bir yazıya bırakalım.

Peki makinelerin duyguları olabilir mi? Hayal dünyasında her şey mümkün; ancak her makineye de duygu yüklemek kolay olmasa gerek. Andrey Platonov 1951 yılında Moskova’da ölüyor. Lada fabrikasında ilk otomobil üretimine 1966 yılında başlanıyor. İlk Lada Niva arazi aracı ise 1977 yılında üretiliyor. Platonov’un ne yazık ki bu taşıtları hiç görme imkânı olmamış. Oysa ben Lada Niva’lara ne zaman rastlasam duygulanırım. Platonov da bugün yaşasaydı, bu taşıtları görünce ne hissederdi? Şuna benzer bir metin acaba yazar mıydı?

Not: Öyküye buradan ulaşabilirsiniz.

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

4 + 4 =

1 Yorum