Yüksek duvarlar fabrika avlusunu sokaktan ayırıyordu. Dışarıda, yolun iki yanında sıra sıra kavak ağaçları yükseliyor, tepedeki öğle güneşi yemyeşil yapraklar üzerinde şavkıyordu. Gökyüzü açıktı. Maviydi.
Fabrikanın bahçesi betondu. Bacadan kavruk, koyu bir duman kümesi yükseliyordu. Bitişikteki atölyede jakar tezgahları işliyor, makinelerin tekdüze homurtusu her yanı sarıyordu. Paydos zili çalınca işçilerin bir kısmı mescide bir kısmı da yemekhanenin önündeki sıraya girdi. Güvenlik görevlisi demir kapı önüne otomobilleri ile gelen ziyaretçileri başı ile selamladı. Tek tek kimliklerini aldı. Misafirler takım elbiseliydi. Az konuşuyorlar, hiç gülmüyorlardı.
Biz ise kameraların görmediği tenha bir köşede, çardağın arkasındaydık. Çatlak duvarın dibindeydik. Meltem estikçe söğüt ağacının polenleri mavi tulumlarımıza dökülüyordu. Senin elin benim boynumda, benim elim senin saçlarındaydı. Öpüşüyorduk.
Çok gerçek, çok duygu yüklü bir aktarım.Tebrik ederim.