Hanna Bergholm, dönüşümün kıyılarında yüzerek bireysel ve izole bir değişim anlatısına tanıklık etmemizi sağlıyor.
Sundance Film Festivali‘nde dünya prömiyerini yapmış olan film ayrıca bu yıl 29. Gérardmer Fantastik Film Festivali‘nde de ödül aldı.
Her sahnesiyle metaforik çağrışımları beraberinde getiren film, karakterlerin pasif-agresif yapılarından sıklıkla besleniyor. Fantastik ögelerin ve korkunun yanında psikolojik dram türüne de göz kırpan film, doğumdan önce kuluçkaya yatmış olma olgusunu bastırılmış korku, hırs ve öfke ile harmanlıyor. Doğrudan ve salt olarak korku dürtüsüne hitap etmeyen filmi, duyularımıza yönelik bir güzelleme şeklinde kabul edebiliriz.
“Büyümek” eylemi bir noktada varoluşun rutinini oluşturuyorsa bu varoluş biçimi Hatching’de izleyiciyi dehşete düşürebilecek boyutlara varabiliyor.
Yaratığın kullanım ve sunuş biçimi, korkunun kendisini ötekileştirmiyor. “İkinci Ben” olgusu su yüzüne Alli aracılığıyla çıktığında ise Tinja’nın düşüşü tıpkı Ikarus’un Düşüşü’nü andırıyor. Tinja’nın arzu ettiği, kendisine ait olmayan benliğinin özgürlüğü için feda ettiği asıl benliği giderek büyüyen bir balon olarak patlatılmayı filmin sonuna değin bekliyor.
Hanna Bergholm’un filmi, mükemmeliyetçilik karşısında kayıtsız olma durumuna güzel bir örnek. Kuluçka, ancak kusursuz olma dürtüsünü evcilleştirdiğimiz takdirde bedenin kendi kendini imha eden öğütücü yanının zararsız olabileceğine vurgu yapıyor.