Müstehcenin Anatomisi
Sevgilim,
Dün akşam senin yanından ayrılıp eve geldiğimde uzun uzun birlikte izlediğimiz filmi düşündüm. Bana kalırsa birçok yönden önemli bir film. Benimle paylaştığın için bir kez daha teşekkürler. İzin verirsen bu mektupta filmi konuşmak isterim.
Belki bazıları bu filmin birçok şeyi ‘gösterdiğini’ söyleyecektir. Ben tam aksini söyleyeceğim. Aslında birçok şeyi ‘göstermediğini’. Öncelikle çiftin birlikte o odaya nasıl geldiklerini görmedik. Hani son yıllarda çokça izlediğimiz sonu net bir finale bağlanmayıp ‘açık uçlu’ bırakılan filmler var ya, işte onlar gibi bunun da başı belli değil. İşte bu yüzden ‘köksüz’ bir film adını verdim bu filme. Yönetmen bence burada seyirciye bir görev veriyor. Tabi dikkatli seyirciye. Film hakkında düşünmek isteyen seyirciye. O iki kişi o odaya nasıl geldiler? Birbirini yılardır seven iki insanın hikayesini mi izledik yoksa birbirini hiç tanımayan, ilk defa buluşan, sevgiyi arayan insanların hikayesini mi? Ben iyimser bakıyorum. O yüzden birbirini seven bir çift hayal ettim. Bu konuya daha sonra tekrar değineceğim. (Bilemiyorum belki biraz fazla romantik olup hayata gerçekçi bakmıyor da olabilirim.)
Dikkat ettiysen minimal bir çalışma var karşımızda. Sadece iki oyuncu var, film boyunca değişmiyorlar. Dekor kullanımı çok sınırlı. Neredeyse tamamen iç mekânda çekilmiş. Fakat buna rağmen bu kapalı atmosfer izleyiciyi sıkmıyor. Filmi zevkle izledik. Sen benden daha heyecanla izledin, gözümden kaçmadı 😉
Filmin temel meselesinin çıplaklık olduğunu düşünüyorum. Neden oyuncular film boyunca çıplaktılar? Bu soruyu kendime sordum, ardından çıplak olmak neyi çağrıştırır diye düşündüm. Doğduğumuz ve öldüğümüz zaman çıplağız. Su ile temasımızda yani arınırken de kısmen ya da tamamen çıplağız. Nudistler varmış bilir misin, kumsalda çıplak güneşlenirlermiş. Onlardan biri ile söyleşi yapmışlar, bu söyleşide çıplak insan yalan söyleyemez, dediğini hatırlıyorum. Hepimiz çıplak olsak herkes dürüst olurmuş birbirine karşı. Sence mümkün mü böyle bir şey? Sence elbiselerimiz ruhumuzu da gizliyor mu? ‘Bıyık altından gülümsedi’ gibi tabirler var. Söylesene, siz erkekler yoksa daha kolay yalan söylediğiniz için mi bıyık bırakıyorsunuz? Bu konu hakkında yapılmış bir çalışma var mı? Varsa samimiyetle paylaşmanı beklerim. İnsanın birbiri karşısında çıplak olma halinin birbirlerini en çok onayladıkları, kabul ettikleri an olduklarını düşünüyorum. Özel bir günümüzde bana bu filmi hatırlat. Senin çalışma odanda kadın ve erkeğin rollerini birlikte sahneye koyalım. Ama bana önce şunları söylemeni isterim:
“Aşkım, şu dünyada bana en yakın insan sensin. Seninle hep mutluluklarımı olduğu kadar hüzünlerimi de, hayal kırıklıklarımı da paylaştım. Ama sana daha da yakın olmak istiyorum. Benimle daha büyük bir sırrı paylaş. Benimle mahremiyetini paylaş.”
Evet, aynen böyle konuşmalısın. Bu sözleri bana doğru zamanda söylersen talebin karşılıksız kalmayabilir. Beni heyecanlandır! Ellerimi tut! Niagara Şelalesi’nde bot turu yaparken nehre düşeyazan boynunda fotoğraf makinesi, sırtında çanta taşıyan , yaşı geçmiş kadınların aniden duyumsadıkları o müthiş şaşkınlık ve hayret duygusunu yaşat bana ! Dikkat ettin mi, film boyunca kadının yüzünde nasıl onlarca ifadeye rastlıyoruz. Başlangıçta daha anaç, sevecen bir ifade görüyoruz. Sonra merak ve şaşkınlık, heyecan duygusu. Coşku, esrime hali, doyum anı, şükran duygusu… Erkeğin yüzü ise hep nötr. Siz neden böylesiniz? Neden duygularınızı gizliyor, üzüntülerinizi, coşkularınızı açığa çıkarmaya çekiniyorsunuz? Bunu zayıflık göstergesi mi sayıyorsunuz? Mutluluğunuzu ve hüznünüzü neden paylaşmıyorsunuz? Çıplak kalmak mı sizi korkutuyor? Neden yaşama bu kadar kayıtsızsınız? Filmde izlediğimiz adam, kendisi orada ama duyguları nerede? Ne hissediyor? Aklından geçenlerin hiçbirini bilmiyoruz. Hiçbiri duygularına yansımıyor. Hiçbir şey hissetmiyor mu? Heyecanı nerede? Sevgisi nerede?
Ben bu filmi en kısa şekli ile kavuşma ve ayrılık hikâyesi olarak okuyorum. Filmin neredeyse tamamı kavuşan ve ayrılan bedenler üzerineydi. Gerçekten beni şaşırttı, büyüledi bu manzara. Neden saniyeler içinde kavuşan bedenler birbirinden uzaklaşıyorlar? Yoksa çok yakın olmak da ayrı olmak kadar acı mı veriyor? Birbirlerine kavuşmak için olduğu kadar ayrılmak için de aceleciler. Neden pek az konuşuyorlar hatta hiç konuşmuyorlar birbirleri ile? Söyleyecek hiç mi bir şeyleri yok? Yoksa kendi bedenlerini dinliyorlar, sadece kendi hazlarını mı yaşıyorlar? En çok paylaştıklarını söyledikleri anlar, aslında en bencil oldukları anlar mı? Birbirlerine verdikleri sevgileri nerede? Şimdiye kadar hayallerini ve umutlarını paylaştılar da şimdi sıra onları yaşamaya mı gelmiş? Kavuşmak dedikleri bu muydu? Sevgi bu muydu? Tutku bu muydu? Neden hiçbirini göremiyorum?
Sevgilim,
Hiç ayrılmamak ne sıkıcı olurdu. İç içe yaşamak. O zaman beni hiç özlemezdin. Dudaklarımın eğriliğini, gülerken yüzüme yayılan tebessümü, yanağımdaki benin yerini ezberlerdin. Belki de konuşurken hatta kavga ederken bile yüzüme bakmamaya başlardın. O yüzden diyorum ki, biz de bu oyuncular gibi sık sık ayrılıp tekrar kavuşalım. Her kavuşmada yeni bir heyecan olsun. Her seferinde birbirimizi yeniden, bilmediğimiz bir insanı tanır gibi keşfedelim!
Film bittiğinde çiftler birbirlerinden ayrılıyorlar. Kim bilir bir daha ne zaman bir araya gelecekler? Yarın? Bir hafta sonra? Aylar sonra? Belki de hiçbir zaman.Peki bu çift nasıl buluştu? Birbirlerini aynı odada buluşmaya nasıl ikna ettiler? İlk akla gelen adamın kadına kur yapmış olması; ancak pekâlâ tersi de olmuş olabilir. Kadın ilk adımı atmış olabilir. İlk olarak bu buluşmanın sevginin gücü sayesinde gerçekleştiğini varsayacağım. Kadın kahramanımızın (oyuncularımız yabancı oldukları için Türkçe isim kullanmayacağım) ismi Isabelle olsun. Adamınki Ralph. Pekala Ralph, Isabelle’in peşinden koşmuş ancak ilgisini bir türlü çekememiş olabilir. Belki nihayet kadına bir akrostiş yazmış ve ardından baştan çıkarmıştır. Isabelle kendisi için yazılmış içli bir şiirden sonra Ralph’e karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştır. Kadın zarfı açtığında şöyle bir metinle karşılaşmış olabilir pekâlâ:
TO MY DEAREST,
In the rose garden we strolled together,
So green were thy eyes, full of passion and lust,
A calm wind was raising thy hyacinth hair, touching thy skin
Behind this neck colorful blossoms grow, with arousing smell..
Eternal sunshine! I beg thee to leave us alone,
Lord! I ask permission to commit a great sin!
Let me lie on this glorious bosom and give thee a kiss
Even the crowd stares us, hug me tightly, taste my lips.
(Yazan Beyza Neyler)
Bu şiirde gördüğümüz utangaç erkeğin aksine, daha az hassas, gününü yaşayan, herkese mavi boncuk dağıtan bir Ralph karakteri de mümkün. Kim bilir belki yönetmen o hiç izlemediğimiz bir önceki sahneyi çekmiş olsaydı şöyle bir kısa senaryo yazardı:
Film Adı: Bir Fincan Kahve
Senarist: Beyza Neyler
- İç-gün Ralph, Ralph’in Sevgilisi, Isabelle
Kalabalık bir otel resepsiyonu. Resepsiyonun hemen bitişiğinde bir kafeterya hıncahınç doludur. Ralph ve sevgilisi kapıdan içeri girerler. Ralph’in sevgilisi kalp şeklinde pembe güneş gözlükleri takmıştır. Bir an kafeteryada herkes (yemek tepsisi taşıyan garsonlar, erkek arkadaşları ile konuşan kadınlar; hatta ebeveynlerin yanında mızmızlık eden çocuklar bile) bir an durup önce o kadına, hemen ardından yanındaki erkeğe (Ralph’e) bakarlar. Ralph sade giyimlidir. Sevgilisine sandalye çekip onu oturttuktan sonra sipariş vermek için kasaya yürür. Kafeterya self servistir. Sırada başkaları da vardır.
Kasadaki Kadın (Isabelle)
Buyurun siparişinizi alabilir miyim?
Ralph
Benden önce bu hanımefendi gelmişti, lütfen önce ona yardımcı olun, ben bekleyebilirim.
Kasadaki kadın (Isabelle)
Buyurun hanımefendi, nasıl yardımcı olabilirim?
Sırada bekleyen kadın
Bir latte, orta boy lütfen…
Kasadaki kadın (Isabelle)
Kredi kartınızı lütfen şuraya okutur musunuz? Kahveniz birazdan hazır olacak, yan taraftan alabilirsiniz.
Sırada bekleyen kadın kartı okutur, sıradan çıkar.
Kasadaki kadın (Isabelle)
Kadınlara karşı her zaman böyle nazik misiniz?
Ralph
Özellikle sarışınlara karşı öyleyim. Ama asıl onlarla baş başa kaldığımda harika olduğumu söylerler. (Gülümser)
Isabelle
Sizi önceden görmüş olabilir miyim?
Ralph
Isabell’in kulağına fısıldayarak konuşur,
Mümkündür, rüyalara girmek gibi kötü bir huyum var.
Isabelle
Göğüs çatalına sarkan kolye ucu ile oynar.
Ayrıldığım erkek arkadaşıma çok benziyorsunuz. Beni seviyordu ama onu terk ettim… Otelde mi kalıyorsunuz?
Ralph
Birazdan yerleşeceğim.
Isabelle
Hangi oda?
Ralph
Sanırım caddeye bakıyor. Görmek ister misin?
Isabelle
(Önce duraksar sonra sessizce) Sen önden git, ben arka taraftan dolaşacağım. Görünmek istemiyorum.
Ralph tepsi içinde en büyük boy filtre kahve getirip sevgilisinin oturduğu masaya götürür. Kadını dudaklarından öper.
Ralph
Hayatım, eski bir arkadaşımı gördüm, sen kahveni bitirene kadar yanına dönmüş olurum.
Ralph sevgilisinin yanından ayrılır. Kadın kahve dolu kocaman fincan ile baş başa kalır. Yavaş yavaş içmeye başlar.
Kasadaki kadın (Isabelle)
Kadınlara karşı her zaman böyle nazik misiniz?
Ralph
Özellikle sarışınlara karşı öyleyim. Ama asıl onlarla baş başa kaldığımda harika olduğumu söylerler. (Gülümser)
Isabelle
Sizi önceden görmüş olabilir miyim?
Ralph
Isabell’in kulağına fısıldayarak konuşur,
Mümkündür, rüyalara girmek gibi kötü bir huyum var.
Isabelle
Göğüs çatalına sarkan kolye ucu ile oynar.
Ayrıldığım erkek arkadaşıma çok benziyorsunuz. Beni seviyordu ama onu terk ettim… Otelde mi kalıyorsunuz?
Ralph
Birazdan yerleşeceğim.
Isabelle
Hangi oda?
Ralph
Sanırım caddeye bakıyor. Görmek ister misin?
Isabelle
(Önce duraksar sonra sessizce) Sen önden git, ben arka taraftan dolaşacağım. Görünmek istemiyorum.
Ralph tepsi içinde en büyük boy filtre kahve getirip sevgilisinin oturduğu masaya götürür. Kadını dudaklarından öper.
Ralph
Hayatım, eski bir arkadaşımı gördüm, sen kahveni bitirene kadar yanına dönmüş olurum.
Ralph sevgilisinin yanından ayrılır. Kadın kahve dolu kocaman fincan ile baş başa kalır. Yavaş yavaş içmeye başlar.
Sevgilim, ne ahlaksız bir adam oldu şu Ralph öyle değil mi? Umarım sen de bir gün bu adama benzemezsin. Peki ilk örnekteki ile ikincisi arasında ne fark var? Neden ilki bize daha sempatik geliyor? İkincisi daha açık niyetini belli ettiği için mi daha sevimsiz? Aslında ikisi de aynı şeyin peşinde değiller mi?
Mektubumu bitirmeden son bir konu daha var seninle konuşmak istediğim. Yakın çekim insanların uzuvlarını, organlarını görmek nedense aklıma sakatat dükkanlarını getirdi. Bana hiç ciğer yiyip yemediğimi sorduğun günü anımsıyor musun? Yemediğimi, denemek de istemediğimi söylemiştim. Ama senin ısrarın sonucu bir ciğerciye gitmiştik. Birlikte dışarıda ilk yediğimiz yemekti. Setbaşı Köprüsüne varmadan köşedeki dükkan. İki katlı, ufak bir yerdi. Bizi kapıda karşılayan garson üst kata çıkarmıştı. ‘Aileye Mahsustur’ yazan bir tabelanın altında boş bulduğumuz masaya oturmuştuk. Siparişi sen vermiştin. Karşı masamızda iki çocuklu bir aile otuyordu. Anneleri kocasına çocuklar için ezogelin çorbası söylemesini istemişti. Çorbalar gelince kadın kâseye ekmek doğrayıp ufak oğlanı doyurmaya girişmişti. Adam kendi çorbasını bitirdi. Garson tabakta ciğerleri servis etti. İki kardeş (ikisi de erkekti) birbiri ile dalaşmaya başladılar. Büyük olan küçüğün yemek yemesine gülünce küçük önündeki su şişesini abisine fırlattı. Abi de kardeşinin koluna yumruk attı. Küçük olan avazı çıktığı kadar bağırıp ağlamaya başladı. Büyük oğlan önce o başlattı diyerek kendini savunacak oldu ama babasından esaslı bir fırça yedi. Bu esnada baba kendi tabağındaki ciğeri bitirmişti. Kadına dönüp henüz başlamadığı tabağına baktı. Sen hala bitirmedin mi, diye sordu şaşarak. Artık kalkmaları gerekiyordu ama kadın ne kadar uyuşuktu öyle. Hala çocuğu doyurmaya uğraşıyordu. Adam tuvalete doğru yollandı. Kadın derin bir iç çekti. Çocuğun yarım bırakıp içmediği çorbanın içindeki ekmekleri kaşıklamaya başladı.
Sana sormak istiyorum. Neden o gün o mekanı seçtin? Bana tipik bir aile tablosu göstermek istediğin için, ilerde biz de böyle bir aile olacağız demek için mi? Boşuna pembe hayaller kurma demek için mi? Tuvalete o gün sen de adamın peşinden gittin. Ellerini yıkarken ikinizin konuştuğunuzu gördüm. Hep merak etmiştim ama şimdi soruyorum. Neler konuştunuz? Onunla neden konuşmak istedin? Ona acıdın mı? İlerde ona benzemekten mi korktun? Kaç yıllık evli olduklarını mı sordun? Benimle çıkmaya hazırlandığın bu yolculuktan yol yakınken dönmen gerektiğini mi düşündün? Lütfen bana doğruyu söyle.
Mektubumu yanıtlarken sen de bana izlediğimiz film hakkında düşündüklerini söyle. Merak ediyorum bu filmi izlerken aklından neler geçti? Eminim senin de söyleyecek şeylerin vardır. Rastgele bir seçim olmadığını düşünüyorum.
Sahi, neden bana bu filmi izlettin?
Canımın içi, seni sımsıkı kucaklıyorum.
Sevgilin Beyza
Yaratıcılığını konuşturmuşsun yine ya da hayal gücünü her neyse işte 🙂 alkışlıyorum…