Edebiyat

CANSU’NUN GÜNCESİ

08 Şubat

Frankenstein eserinin ilk filizleri, Mary Shelley üvey kız kardeşi (ve Byron’un o dönemki sevgilisi) Claire Clairmont, doktor ve yazar John Polidori ile Lord Byron’un Cenevre gölü kıyısındaki villasında kaldıkları gece ortaya çıkmış. Lord Byron, herkesten bir hayalet öyküsü anlatmasını istemiş. O gece ortaya çıkan fikir Mary Shelley’e Frankenstein’ı, John Polidori’ye ise ilk meşhur vampir öyküsünü yazdırmış.

Bu gençler o gece ne yaptılar, ne yediler ne içtiler, aynısından ben de istiyorum!

11 Şubat

Hemingway’in erkek kahramanlarında tam bir vurdumduymazlık var ve bu onları inanılmaz ilgi çekici yapıyor. Eminim erkek olsaydım Hemingway’den nefret ederdim.

13 Şubat

Aşık olmayı öykü yazmaya benzetiyorum. İkisinde de hayal kurup kendi hayalimizin gerçekliğine inanıyoruz. İkisinde de yoğun ve karmaşık duygular hissediliyor ve sona erdikten sonra da bir süre etkisi devam ediyor.

14 Şubat

Kadınlar erkeklere çiçekler alıp zarf içinde onlara şiirler sunduğunda ve erkekler bundan keyif aldıklarında birbirimizi anlıyor olacağız.

15 Şubat

Erkekleri çocuklara benzetiyorlar. Ben küçük çocuklara hatta bebeklere benzetiyorum. İkisinin de daya ağzına memeyi, sussunlar.

16 Şubat

Gürsel Korat, Melih Cevdet Anday’ın Raziye romanı için, “bu romanın görmezden gelindiğini gördükçe ülkemizde yazar olmanın boş bir şey olduğu hissine her gün daha fazla kapılıyorum” diyor. Bense hala kitabı almadım.

17 Şubat

Bir fahişe öyküsü yazmayı planlıyorum. Sabahattin Ali’nin Hanende Melek’i gibi değil. İkircikli, acı çeken ve acı çektiren bir kadının hikayesini anlatacağım.

20 Şubat

Yazarın eserinin esas olduğunu, sanatçının kendisinin geride kalması gerektiğini söylüyorlar. Bense şimdiye kadar bütün yazdıklarımı yırtıp atabilirim. Bütün kahramanlarımı yok edebilirim. Zira onları kendimi bulmak için yazdım. Yazdıklarım beni inşa etmeye yaradılar.

21 Şubat

Mudanya’da La Fontaine Otel’deyim. Perdeler kapalı. Odada hafif nem kokusu var. Masamda tarçınlı sürahi bana bakıyor ve şişe bitene kadar yazmayı sürdüreceğim. Ne yazık ki ışık çok yetersiz.

Şöyle bir kahraman nasıl olurdu:

“Hilmi Bey kırkından sonra yazmaya başlamıştı ya başından beri pintiydi. Kurşun kalemini pek isteksiz yontarak bir deste kağıdın içine iki öykü, üç şiir, bir deneme sığdırır; son iki yaprağı da kızına mektup yazmak için ayırırdı.”

Az önce Semih aradı. Mudanya’da otelde olduğumu söyleyince yanında arkadaşın vardır, rahatsız etmeyeyim, dedi. Yok, konuşabiliriz, dedim, tek başımayım. Şaşırdı. Tek başına otel odasında yalnız hissetmiyor musun, diye sordu. Yazık, beni hala tanıyamamış. Bu yalnızlık şu anda bana keyif veriyor, dedim. Köpeğini gezdirmek için evden dışarı çıkmış.

“Hava çok soğuk. Seni merak ettim,” dedi. “Üşüyor musun?”

“Hayır,” dedim. “Odadayım.”

Sanırım bir dahaki sefere onu da çağırmamı bekliyor.

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

9 + 1 =