Annie Ernaux’un Genç Adam’ını yeni bitirdim. Kürtaj ve Yalın Tutku’dan sonra okuduğum üçüncü kitabı. Her ne kadar pek kısa romanlar olsa da (her biri ortalama kırk sayfa) sanırım kendisi hakkında iki çift kelam etmeye hakkım var.
Annie Ernaux yazmak için yaşayanlardan. Bunu Genç Adam romanının ilk sayfasında kendisi söylüyor: “Kendimi yazmaya zorlamak için seviştiğim çok oldu.”
Aynı paragrafta cinsel hazzın sona erme (orgazm) anını da kitap bitirme anındaki mutluluk ile kıyaslıyor. Ernaux cinsel ilişki ile yazmak arasındaki benzerlik Kürtaj romanında daha ileri, katmanlı sorulara evrilir. Bedenimiz bize mi ait toplumun malı mıyız? Varoluşumuzun kendimize ve topluma yararı nedir? Yazmak kişisel bir eylem midir kamusal mı?
“Yaşadığım şey(kürtaj) için bulabileceğim bütün toplumsal ve psikolojik nedenlerin ötesinde biri var ki var ki ondan kesinlikle eminim; bu şeyler açıklamam, ifşa etmem için başıma geldi. Belki de hayatımın hakiki amacı şundan ibarettir: vücudum, duygularım ve düşüncelerim yazıya, yani kavranabilir ve genel bir şeye dönüşsün, varoluşum başkalarının kafasında ve yaşamlarında tamamen erisin.”
Kürtaj romanını okurken yazarın kendi hayat hikâyesinden yola çıkarak istemediği gebelikten toplumun baskısına, yasaklara rağmen tek başına nasıl mücadele vererek kurtulduğuna tanık oluruz. Ernaux’un bu üç romanı da anı niteliğinde. Başlangıçta karşımda hayal gücü kısıtlı bir yazar olduğunu, bu nedenle anılarını yazma yolunu tercih ettiğini düşündüm. Fakat okuduklarım öyle sıra dışı metinlerdi ki, kurmaca olsalardı bu kadar güçlü olmazlardı.
Genç Adam romanında kendinden yaklaşık tam otuz yaş küçük bir erkekle yaşadığı aşkı anlatıyor Ernaux. Kendisi artık yaşlılığa doğru adım atmaktadır ve sevgilisi olan genç adam kendi yaşlarındaki kız arkadaşını terk ederek bu ilişkiye başlamıştır. Daha da ilginci Ernaux’un anlatıcısı bu romanda (Yalın Tutku’nun aksine) dingindir. Aşkı yaşarken kendine döner, kendini tanır, gençliğini yeniden keşfeder, kendini bulur. Genç adam hakkında yazar pek detay vermez. Onun taşralı ve yoksul bir genç olduğunu biliriz yalnızca. Yazarın kendi konusuna, ana kahramanın yolculuğuna, iç sesine odaklanması kanımca kitabı sade ve daha yoğun hale getirir. Yine Yalın Tutku romanının aksine kadın kahramanımızın neredeyse mantığı ile aşk yaşadığını gözlemleriz. Aşkı ile savrulmaz, sevgi, nefret, ilgi krizlerine girmez. Yaşadığı anın, hazzın, sevişmelerinin keyfini çıkarır.
Oysa hakkında pek az şey bildiğimiz utangaç genç adam tutkulu bir aşk yaşamaktadır. Kadını görmeden edemez, onun kaprislerine hatta ilişkiyi yönlendiren ve kararları veren taraf olmasına da sessizce katlanır. Ernaux’un kadın kahramanlarının bu gibi eril çıkışlarında ben biraz George Sand havası sezdim. Genç Adam romanı elbette okuduğum diğer iki roman gibi toplum değerlerine başkaldıran kadının anlatısıdır da. Zaten Ernaux’un özellikle Kürtaj romanı aşk, cinsellik, ilişkiler üzerine olmaktan çok siyasidir. (Adını anmışken George Sand’in de hayatının son yıllarında kendini iyice siyasete adadığını hatırlatalım)
Yalın Tutku ise adının hakkını veren novelladır. Sadece aşka odaklanan roman dendiğinde hemen Yalın Tutku’yu söyleyebilirim. Bu romandaki anlatıcı Kürtaj ve Genç Adam’da olduğu gibi sakin, sabırlı değildir. Düpedüz ruhsal bir hastalığa, aşk illetine tutulmuştur. Yine Ernaux’un kendi öz yaşam hikâyesidir. Evli bir adam ile ilişki yaşayan anlatıcı bu kez takıntılı, sanrılı, sevdiği adamı kaybetme endişesi ile kendini yiyip bitiren, neredeyse şizofreni sınırlarında bir kişidir. Anlatıcı bütün kıskançlığına karşı sevdiği evli adamın zarar görmesini istemez. Ortada kanıt bırakmamak için ona mektup yazmaz, vücudunda iz bırakmaz. Zaten adamın yaşadığı evliliğin aşk barındırmadığını bildiğinden onu daha çok dışardaki başka kadınlardan, hem de kendisi ile yaşı büyük olan kadınlardan kıskanır. Anlatıcının sanrılı ruh hali “keşke bana AIDS bulaştırsaydı, en azından ondan bir anı kalmış olurdu” dediğinde ise doruğa çıkar.
Söyleşilerinde yoksul bir ailede yetiştiğini, ailesinin, özellikle annesinin tutucu bir kadın olduğundan bahseden Ernaux, 2022 yılında (82 yaşında iken) Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı. Jüri açıklamasında “kişisel hafızanın köklerini, mesafelerini ve kolektif kısıtlamalarını keşfetmedeki cesaretinden” dolayı kendisinin bu ödüle layık görüldüğünü bildirdi.
Keyifli okumalar…
GEORGE SAND’IN CÜRETKAR KALEMİNDEN: ‘LAVİNİA’ VE ‘MARKİZ’