Denemeler

Çiftlik Hayvanı Değilsin

Ödül ve ceza… Birçokları için doğanın vazgeçilmez işleyişidir. Hayvanlar, içgüdüsel olarak bu evrensel mekanizmanın parçasıdır. Bu mekanizma, onları hayatta tutan, varlıklarını sürdürebilmek için zorunlu hale getiren bir güçtür. Doğada ödül, bir yaşam biçiminin sürmesi için gerekli olan güdüsel bir dürtüdür; ceza, hayatta kalmanın bir aracı, hatalardan kaçınmak için bir uyarıdır. Hayvanlar, bu sisteme tabi olarak yaşar ve hayatta kalmak için gerekli olan öğrenmeyi yalnızca sonuçların belirlediği sınırlar içinde yapar. Fakat insan… İnsan, bu düzenden farklıdır. Varlığını akıl ve bilinçle tanımlar. Bütün bu dışsal etkenlere rağmen, insanın varlık ve ahlâk anlayışı, kendisini sadece ödül ve ceza ile sınırlı bir düzende görmez. Gerçek, çok daha derindir; bu, korkuların ve beklentilerin ötesindedir.

Evet, doğrular ve yanlışlar vardır. Ancak insan, doğanın sıradan kanunları gibi sınırlı değildir; o, eylemlerinin sonuçları ile neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verir. Bu, özgür iradenin ve bilincin belirlediği bir sınavdır. Hayvanlar, yalnızca içgüdülerine ve dışsal koşullara göre hareket ederken, insan, kendi içsel dünyasında bir muhakeme yapar. Bu muhakeme, çoğu zaman dışarıdan gelen ödüller ve cezalarla şekillenir, ancak çok geçmeden insan bu düzenin ötesine geçer. İnsan, yalnızca etkileşim ve yaşamaya dair bir öğrenme süreciyle şekillenir; doğanın doğal yasaları ile değil, bilinçli bir değerlendirme ve öz-denetimle.

Ödül ve ceza, belki de insanın gelişmiş düşünce sisteminin, toplumsal hayatta var olabilme çabasının sonucudur. Ne yazık ki, bu sistem sadece bireysel menfaatlere dayalı kalmaktan çok, toplumsal düzende de kendini var eder. Hukuk, din ve toplumsal normlar, her zaman toplumun ortak çıkarlarını ve bireysel menfaatleri dengelemeye çalışırken, genellikle korkularla, beklentilerle beslenir. Bir insan, kendi içindeki kötücül arzularla ya da kişisel menfaatleriyle hareket ederse, toplum buna tepki verir; çünkü o, toplumsal düzeni bozma potansiyeline sahiptir. İnsanın eylemleri, hem toplumsal hem de bireysel düzeyde sonuçlar doğurur. Ve işte bu yüzden, ödül ve ceza, insanlık tarihinin en eski ikili aracı olmuştur.

Daha derin bir bakış açısıyla, ödül ve ceza sadece toplumsal düzenin değil, aynı zamanda bireylerin kişisel değer yargılarının, korkularının ve beklentilerinin de bir yansımasıdır. Bir insan, korku nedeniyle birisini öldürüyorsa, bu sadece fiziki bir sonuç değil, aynı zamanda içsel bir hesaplaşmadır. Korku, öfke, haz ve acı… Tüm bunlar, insanların kararlarının arkasında yatan, bazen görünmeyen, ama her zaman var olan dürtülerdir. Bir kişi, kişisel menfaatleri doğrultusunda birini öldürürse, toplumun kanunları buna tepkisini verecektir. Çünkü tüm sistem, bu tür bireysel eylemlerin toplumsal düzeni tehdit etmemesi gerektiği üzerine kuruludur.

Ancak yalnızca yasal düzenle değil, inançlarla da bir ilişki kurmamız gerekir. İnançlar, toplumsal korkulara, beklentilere ve güdülere dayalı olarak şekillenir. Bu inançlar, kişisel ve toplumsal değerlerin üzerine inşa edilir. Ve burada, sözde kutsallıkla örtülen, aslında içsel korkularla şekillenen silahlar devreye girer. Kitlelerin korkuları kutsallaştırılır; insanlar, yasal düzenin ötesinde, inançla silahlanarak kendilerini savunurlar. Kitlelerin menfaatleri ve korkuları, ancak kitlesel bir biçimde dönüştüğünde, “kutsal” bir anlam kazanır. İnsanın içsel dürtüleri, bir toplumun inançları ve normları ile harmanlanır ve korku, bunun en önemli taşlarından biri olur. Bir toplum, bu korkuyu ve menfaat ilişkisini kabul ettiğinde, en şiddetli cezalar bile yasal olarak meşru kılınır.

Ancak tüm bu karmaşa içinde bir şey daha vardır. İnsan, bu düzenin içerisine hapsolmuşken, bir başka insanı öldürme gibi ağır bir eylemde bulunduğunda, aslında sadece korku ve menfaatin bir ürünü mü oluyor, yoksa derinlerdeki bir boşluğu mu doldurmaya çalışıyor? Kendisini doğru ve yanlış arasındaki ince çizgide bulmuş bir varlık olarak, gerçekte neyi amaçlıyor? İnsan eylemlerinin sadece dışsal sonuçlarla değerlendirilmesi, bir yanılgıdır. Kişisel menfaatler, içsel boşlukları değil, ancak sosyal düzeni belirler. Ve belki de gerçeği bulmak, bu ödüllerin ve cezaların ötesinde, içsel bir yolculuktan geçer.

Sonunda, belki de tüm bu ödüller ve cezalar bir illüzyondur. Korkular ve beklentiler, insanın dışsal dünyada yapmaya zorlandığı şeylerdir. Ancak gerçek, yalnızca içsel bir devinimle ortaya çıkar. İnsanın içindeki korkularla, dışarıdaki düzenin çatışmasını anlamak, belki de tüm bu karmaşayı aşmanın yoludur. Doğru ve yanlış, her zaman görecelidir. Ancak, bir insanın içsel dünyasında neyin doğru olduğuna karar verebilmesi için, ödüllerden ve cezalardan sıyrılması gerekir. Gerçek özgürlük, bu ikiliyi reddetmekten gelir.

Özgürlük, beklenti uğruna yaşamakta değil, kendi doğru bildiğini takip etmekte yatar.

İnsan, çiftlik hayvanı olmamalıdır. Gerçek özgürlük, ödül ve ceza ikilemini reddetmekten gelir. Eylemlerini sadece bir ödül peşinde koşarak ya da bir cezadan kaçmak için yapma. Kendi içindeki doğruyu ve yanlışı bul, bunlara inanarak yaşa. Çünkü neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleyen sadece dışsal sonuçlar değildir; bunlar, seni tanımlayacak olan, seni özgür kılacak olan içsel bir gerçektir. Her şeyin sonu, bir başka başlangıç olabilir. Ama sen, yalnızca içsel muhakemenle, kendi gerçeğinle yol alırsan özgür olursun. Ödül ve ceza, beklenti ve korku seni değil, seni şekillendirecek kararları biçimlendirebilir. Ama eğer bunlara dayanarak hareket ediyorsan, yazıyı tekrar oku.

Nasuh Buğra Karadağ

Diğer denemeler için tıklayabilirsiniz. 

Konuk Yazar

YAZAR HAKKINDA

Konuk Yazar

Bir Yorum Yazın

79 + = 82