‘Bir zamanlar tüm kasaba açlık sanatçısını görmeye can atardı, onun aç kaldığı her gün heyecan tırmanırdı, herkes en azından günde bir kez onu görmek isterdi, son birkaç gün için toplu bilet alıp sabahtan akşama kadar parmaklıklı küçük kafesinin önünde oturan insanlar olurdu, meşale alevleriyle etkisi daha da artan gece vakitlerinde bile ziyaretçi kabul edilirdi.’
Bazen bir kitap, bir hikaye karşımıza çıkar ve bizi içine çeker; düşündürür, sorgulatır ve hatta bizi rahatsız eder. “Açlık Sanatçısı” işte böyle bir hikaye. Bu yazıda, Kafka’nın bu dikkat çekici eserini, sanat, toplum ve birey üzerinden ele almaya çalışacağım.
Hikayenin orijinal adı Almanca’da “Ein Hungerkünstler“dir. Bu eser, Franz Kafka’nın en ünlü kısa hikayelerinden biri ve tabi ki Kafka’nın karakteristik üslubu ve temalarıyla dolu!
Sanat ve Toplumun Çatışması
Hikayede, açlık sanatçısının yaptığı şeyi “sanatsal ifade” olarak ele alalım: Sanatçı, belirli bir süre boyunca hiçbir şey yemeden bir kafeste kalıp halkın önünde açlık çekiyor ve kendini bu yolla ifade etmeyi seçiyor. Ancak zamanla toplumun ilgisi azalıyor.
‘İlgi kaybı için derin sebepler bulunabilirdi ama kim canını böyle şeyler için sıkacaktı ki? Neticede el üstünde tutulan açlık sanatçısı günün birinde eğlence düşkünleri tarafından terk edildiğini, insanların daha ilginç gösterilere koşturmaya başladığını fark etti.’
Kafka, toplumun sanata ve sanatçıya değer verme şeklini eleştiriyor; toplumun ilgisizliği ve anlayışsızlığı, sanatçının ruhsal çöküşüne yol açıyor. Bu, sanatçının toplum tarafından nasıl algılandığına dair güçlü bir eleştiri ve sanatın toplum içindeki değerini sorgulatıyor.
Birey ve Toplum
‘Sanatçı, “Çünkü oruç tutmak zorundayım başka çarem yok,” dedi. “Amma da tuhaf adamsın,” dedi idareci, “neden başka çaren yokmuş?” Açlık sanatçısı başını hafifçe kaldırarak, “Çünkü, sevdiğim bir yemek bulamadım. Bulmuş olsaydım inanın bana hiç böyle yaygara koparmaz, sizin gibi, herkes gibi tıka basa yerdim.”‘
Açlık sanatçısı, toplumun değerlerine ve beklentilerine uymayan biridir. O, kendi yolunu seçip toplum tarafından dışlanan biri. Kafka, bireyin toplum içindeki yeri ve bireysel özgürlüğün sınırları üzerine düşündürüyor. Sanatçının yalnızlığı ve anlaşılmazlığı ise bireyin toplum içindeki yabancılaşmasını simgeliyor.
Sanatçının İç Dünyası
‘Günün birinde aylak aylak gezinen biri durup tahtadaki eski sayıyla dalga geçerek bunun üçkağıtçılık olduğunu söyledi, kayıtsızlık ve doğuştan gelen kötülüğün bugüne dek uydurduğu en aptalca yalandı bu çünkü sahtekarlık yapan açlık sanatçısı değildi, o dürüstçe çalışıyordu, asıl alacağı ödül konusunda onu kandırıp sahtekarlık eden dünyaydı.’
Açlık sanatçısının iç dünyası, hikayede önemli bir yer tutuyor. Sanatçı, sanatını icra ederken derin bir tatmin ve anlam buluyor, ancak toplumun ilgisizliği ve anlayışsızlığıyla Kafka, sanatçının iç dünyasını ve sanatın birey üzerindeki etkisini detaylı bir şekilde inceliyor. Sanatçının içsel çatışması, sanatın ve sanatçının toplum içindeki yerini sorgulayan daha geniş bir çerçeveye oturtuluyor.
‘”Hadi bakalım temizleyin şurayı!” dedi idareci ve açlık sanatçısını samanıyla falan gömdüler. Kafese de genç bir panter koydular. En duygusuz insanlar bile çok uzun zamandır iç karartıcı bir havası olan bu kafeste oradan oraya zıplayan vahşi hayvanın canlandırıcı etkisini hissetti.’
Bu hikaye, bir açlık sanatçısının çığlığıdır; duyulmayı, anlaşılmayı ve hissedilmeyi bekleyen bir çığlık. Ve belki de, bu çığlık, kendi iç dünyamızda bir gün yankı bulacak.
İlginizi çekebilir: KAFKA’NIN GÖLGESİNDE: MODERN EDEBİYATTA GİZEM VE ABSÜRDİZM
En sevdiğim Kafka öyküsü, güzel yorumun için teşekkürler