Sanat

BOĞAZ’DA BÜYÜK DALGA

“O snail
Climb Mount Fuji
But slowly, slowly!”

Kobayashi Issa

 

DÜNYANIN EN MEŞHUR DALGASI-KANAGAWA OKI NAMI URA

Neredeyse iki yüz yaşında olan bu dalgalarla daha önce karşılaşmayan var mı? Tablolar, baskılar, illüstrasyonlar, tişörtler, dövmeler, emojiler, bardaklar, posterler, filmler, müzik eserleri, şiirler… Peki bir çok yerde karşımıza çıkan bu resmi bu kadar popüler yapan ne? Heybetli dalgalarının ardında hangi sırları saklıyor?

KANAGAWA AÇIKLARINDA BÜYÜK DALGA

Katsushika Hokusai’nin ‘’Fuji Dağı’nın Otuz Altı Manzarası’’ serisinin bir parçası olan bu tahta oyma baskı, halen dünya çapında en çok bilinen Japon resmidir. Bu resim Hokusai’nin dalgaları resmettiği ilk çalışması değildir. Temelleri yirmi sekiz yıl öncesine dayanır. Konu ve biçim olarak ‘’Büyük Dalga’’ resmine çok benzer.

Hokusai’nin önceki çalışmaları.

 

Fuji Dağı’nın Otuz Altı Manzarası Serisinden, Büyük Dalga.

Ağaç üzerine ahşap baskı şeklinde yapılmış bu resim Ukiyo-e tekniği ile yapılmıştır. Boyutları yaklaşık 38 cm’ye 26 cm’dir. Resim üç ana öğeden oluşur; fırtına ile dalgalanan deniz, kayıklar içindeki balıkçılar ve Fuji Dağı.

Karşı Konulamaz Dalgalar

Sol tarafta resme adını veren ve kompozisyonun tamamına hakim olan büyük dalgayı görürüz. Japon sanatçılar; özellikle ressamlar doğa olaylarını sıklıkla kullanmışlardır. Deniz de Japonya için gündelik yaşamı şekillendirmiş ve kültürel referansların kaynağı olmuştur. Bu yüzden suyun her hali Japon sanatçılar tarafından resmedilmiş; Fuji dağı’ndan sonra ikinci ana tema haline gelmiştir.

Çin mitolojisinde dalgaların ejderhalar tarafından çıkarıldığına inanılır. Aynı zamanda dalgalar saflığın sembolüdür. Hokusai fantastik olayların ve ejder benzeri yaratıkların büyük manga ustası olarak bilinir.(Doğaüstü güçleri konu alan ‘’100 Hayalet Öyküsü’’ adlı seri bir çalışması vardır.)

Bu resimde de dalgayı pençelerini açmış kayıkçıları parçalamaya hazır bir ejderha gibi betimlemiştir. Tsunamiyi de andıran bu dalga insanın doğa karşısındaki güçsüzlüğünü vurgular. (Budizm ve Şintoizm inanışlarına göre insan ve insan elinden çıkan her şey doğa karşısında güçsüz ve çaresizdir.)

Eğilip bükülen biçimlerle kesintisiz devam eden dalgalar, çerçevenin dışında devam ediyor hissi verir, gerçeklik algısını arttırır. Dalgaların yarattığı köpükler ise küçük beyaz damlacıklar olarak betimlenmiştir. Bunları aynı zamanda kayıkçıların yüzlerinde de görürüz. Resmin bütününü dengeleyen deniz ve gökyüzü birbirlerine tamamen zıttırlar. Koyu renkli, heybetli ve hareketli dalgaların aksine gökyüzü durgun ve açıktır. Yin ile Yang gibi birbirlerini tamamlarlar. Ve insanoğlu bunların arasında kalmıştır.

Balıkçı Tekneleri

19.yüzyılda sıklıkla kullanılan bu tekneler Tokyo Körfez’i ve civar köyler arasında gün boyu gidip gelen taşralı balıkçıları taşır. Fuji Dağı merkez olarak alınırsa kayıkların yönünün güneybatı olduğu anlaşılır. Büyük ihtimalle Tokyo’da yüklerini boşaltmış geri dönen bu üç tekne, tam bu sırada güçlü bir fırtınaya yakalanmıştır. Her kayıkta sekiz balıkçı ve ön kısımda iki yolcu vardır. Bu dalgaların arasında çok küçük ve güçsüzdürler. Yine de her şeye rağmen ilerlemekte ve dalgalarla mücadele etmektedirler.

Fuji Dağı ve Ölümsüzlüğün Sırrı

Koyu mavi ve beyaz tonları ile arka plandaki Fuji Dağı ilk bakışta dalgalardan biri gibi görünür. Hokusai bunu ustalıkla yapmıştır. En öne yerleştirdiği patlamaya hazır dalga tıpkı Fuji Dağı siluetindedir ve onu gizler. Aynı zamanda dağı tekrar ederek dikkati üstüne çeker. Büyük dalgadan çıkan köpükler ise Fuji Dağı’nın karla kaplı zirvesine kar yağdığı izlenimini uyandırır.

Hokusai’nin sıklıkla betimlediği Fuji Dağı, Japonya’nın en yüksek dağı ve simgelerinden biridir. Japon kültüründe ve inanışlarında önemli bir yere sahiptir. Sonsuzluğu ve dinginliği temsil eder. Şintoistler için kutsal bir mekan, Budistler içinse en gözde meditasyon yeridir. Günlük yaşamda ise güzelliğin sembolüdür.

Fuji Dağı’nın bu kadar özel yapan bir diğer sebep ise ölümsüzlük sırrının kaynağı olarak görülmesidir. Japonya’nın en bilinen masallarından birine dayanır; Bambu Kesicisi veya Prenses Kaguya Masalı.

Masala göre; yoksul bambu kesicisi bir gün bambuların arasında parlayan bir ışık görmüş ve yakından bakınca bunun avuç içi kadar bir kız çocuğu olduğunu fark etmiş. Onu evine götürüp karısıyla birlikte mutlulukla büyütmüşler. Küçük kız büyürken; yaşlı babası da her bambu kesmeye gittiğinde bambuların içinde değerli mücevherler bulmuş ve zamanla zenginleşmişler. Prenses büyüdüğünde ise güzelliği tüm ülkeye yayılıp imparatora kadar ulaşmış ve imparator onu görmek istemiş. Ancak Prenses onunla görüşmeyi kabul etmemiş. Bunun üzerine imparator onu görmenin gizli bir yolunu bulmuş ve görür görmez de ona aşık olmuş.

Ancak zaman geçtikçe Prenses mutsuz olmaya ve her gün ağlamaya başlamış. Sonunda dayanamayıp gerçeği babasına anlatmış. Aslında bu dünyaya ait olmadığını, bir kabahat işlediği için ceza olarak aydan dünyaya gönderildiğini ve yakında gelip onu geri götüreceklerini söylemiş. Babası gidip hemen imparatora haber vermiş. İmparator tüm askerlerini ve adamlarını toplayıp Prenses’ in yanına göndermiş ama yine de zamanı geldiğinde onun gitmesine engel olamamış. Prenses giderken ona bir mektupla beraber, kendisinin aya gitmeden önce içtiği sonsuz yaşam iksirinden bırakmış. Ama bu iksir İmparator’u korkutmuş. Şişenin mektupla beraber o diyarın en kutsal dağı olan Fuji Dağı’na gömülmesini emretmiş. İnsanlar bugün bile Fuji Dağı’nın tepesinden aya yükselen dumanın görüldüğünü söyler.

Hokusai de Fuji Dağı’nı resmettiği bu eserleri ile ölümsüzlüğe kavuşmuştur.

İmzası ve Eserin Adı

Resmin sol üstünde yer alan dikdörtgen kutunun içinde çalışmanın adı ve bağlı olduğu seri yazılıdır; ‘’Fuji Dağı’nın Otuz Altı Manzarası, Kanagawa Açıklarında Büyük Dalga.’’

Dikdörtgenin yanında, çerçevesiz olarak yazılmış yazı da ise sanatçının ismi ve imzası yer alır; ‘’İsmini Litsu olarak değiştiren Hokusai’nin fırçası ile resmedilmiştir.’’

RESMİN YAŞLI ÇILGINI; KATSUSHIKA HOKUSAI

Kızı tarafından yapılan portresi, 19. yüzyıl.

1760 yılında bugünkü adı Tokyo olan Edo kentinde dünyaya gelen Hokusai, Japon sanatının en önemli sanatçılarından birisidir. Yağlı boya resim, desen, tahta oyma baskı, halk masalları üzerine ün yapmış; kendine özgü tarzı ile yeni bir resim anlayışı getirmiştir. Avrupa’da Japon sanatının yayılmasında başrolü oynamıştır.Hokusai, Ukiyo-e geleneğini sürdürse de kullandığı renkler ve batılı perspektif anlayışı ile özgün bir tarz yaratmıştır. Çok sayıda hocadan ders almış, her seferinde hocasının tarzına göre ismini değiştirmiştir. Yine de kendi özgün çizgisini korumuştur ve sanattaki arayışını sürdürmüştür.

Yetmiş yedi yaşında yaptığı Otuz Altı Fuji Manzarası serisinin bir tanesinin arkasına düştüğü notta şunlar yazılıdır; ‘’Altı yaşındayken hayattan alınma şeyler çizme huyu kazandım. Derken bir ressam oldum. Elli bir yaşından itibaren belli bir şöhrete kavuşan eserler üretmeye başladım; ama yetmiş yaşından önce yaptığım hiçbir şey dikkat çekmedi. Yetmiş üç yaşında kuşların, hayvanların, böceklerin ve balıkların yapısını, bitkilerin büyüme biçimini kavramaya başladım. Bu konuda çalışmaya devam etseydim seksen altı yaşında onları kesinlikle daha iyi anlayacaktım ve doksan yasından itibaren gerçek doğalarına girecektim. Yüz yaşında ise onları her anlamda kavramış olacaktım ki, yüz otuz yaşında yaptığım resmin her noktasında ve her fırça darbesinde capcanlı olacaklardı. Tanrım, o bitkilere ve bana uzun bir ömür ver ki, tüm bunların yalan olmadığını kanıtlama şansına erişeyim.’’

Her sanatçı gibi üstüne daha çok düştüğü konular olmuştur. Fuji Dağı birçok resminin ana konusudur. En meşhur eseri olan Otuz Altı Fuji Dağı Manzarası serisini de 1831-1833 yılları arasında yapmıştır. İlk yapılan resimler çok beğenildiği için sonradan bunlara on manzara resmi daha eklenmiştir.

Bu resimler Fuji Dağı’nın farklı mevsimlerde, farklı noktalardan görünümünü kapsar. Günlük yaşamları içinde sıradan insanların, balıkçıların, köylülerin günlük giysileri, araç gereçleri ve doğa içindeki uğraşları ile betimlenir.

Fukagawa’daki Mannen Köprüsü Altı

 

Bulutsuz Havada Fuji Dağı

 

Edo’da Suruga mahallesindeki Mitsui dükkânının Taslağı

 

Kai İli’ndeki Kajikazawa

 

Ancak bu resimleri günümüzde dahi önemli kılan iki önemli özelliği daha vardır; Prusya mavisi ve batılı tarzda perspektif kullanımı. Japonya yaklaşık 250 yıl boyunca dış dünyaya kendisini kapatmış; dış ülkelerle yapılan ticaret sınırlı düzeyde veya kaçak yollarla olmuştur. Hokusai’nin Japonya’da bulunmayan bu maviyi kullanması(muhtemelen Hollanda’dan Çin yolu ile gelen) ve resimlerini batılı perspektife göre yapması dönemde devrim niteliğinde bir yenilik olarak görülmüştür.

Hokusai aynı zamanda manganın da babası olarak anılır. Çince man(rastgele) ve ga(resim) karakterlerinden oluşan, kendiliğinden, anlık, ön hazırlık olmadan yapılan eskiz anlamına gelen bu tabiri Hokusai 1819 yılında yayınlanmış olan ve öğrencilerinin kullanması için kendisinin çizdiği skeç, çizim ve karikatürlerini adlandırmakta kullanmıştır.

Hokusai hayatı boyunca üretmeye devam etmiş, geride otuz binden fazla eser bırakmıştır.

UKIYO-E VE İZLENİMCİLİK

Akıp giden hayatın resmi anlamına gelen Ukiyo-e; 18. yüzyıl başında doğan ve 250 yıl etkisini sürdüren Japon resim sanatının en büyük hareketlerinden biridir. İlk başta ahşap üzerine yapılan ucuz baskı resimler olarak halk içinde yayılmıştır. Daha sonra Japon burjuvazisinin ilgisini çekmiş ve daha önce görülmemiş konular işlenmeye başlanmıştır. Güzel kadınlar, ünlü hayat kadınları, sumo güreşçileri, Kabuki tiyatrosundan sahneler, fantastik olaylar… Katsushika Hokusai, Kitagawa Utamaro, Utagawa Hiroshige, Torii Kiyonaga gibi birçok Japon sanatçı bu alanda çok güzel eserler vermişlerdir.

19. yüzyılın ikinci yarısında Japonya’ nın yavaş yavaş dünyaya açılmaya başlamasıyla bu eserler de Avrupa’ya taşınır.  Hokusai’ nin ve diğer sanatçıların eserleri, akademinin katı resim anlayışına savaş açan izlenimcilerin dikkatini hemen çekmiştir. Japon resimlerinin gündelik hayatın gelip geçici karelerini resmetmeleri kendi alışılagelmiş resim anlayışlarına yenilik getirmiş, kısa sürede Avrupa’da Japonizm denen akım başlamıştır. Günlük hayatın resimlere konu olabileceğini gören Avrupalı sanatçılar, tuvallerini alıp sokaklara çıkmışlardır. Devam eden yıllarda Japon sanatçılar Fransa’da düzenlenen Dünya Fuarı’na çağırılmışlardır.

Japon sanatından etkilenenlerin başında Vincent Van Gogh, Paul Gauguin, Claude Monet, Edgar Degas gelir. Van Gogh birçok Japon ahşap baskısı toplamış; bu eserlerden etkilenerek resimler yapmıştır.

UKIYO-E GELENEĞİNİN VE HOKUSAI’NIN İLHAM OLDUĞU ESERLER

Yıldızlı Gece, 1889.

 

Fransız besteci Claude Debussy tarafından yapılan orkestral beste, 1905.

 

Hokusai’nin kendi gibi ressam olan kızının, babasının gölgesinde kalmış hikayesini konu eden anime, 2015.

 

Roger Zelazny tarafından yazılan kısa öykü, bilim kurgu    dergisi, 1985.

 

 

           

Solda bir başka Ukiyo-e ustası olan Utagawa Hiroshige’nin ‘Köprüde Ani Yağmur’ isimli eseri ve sağda Van Gogh’un ”Yağmur altında Köprü” isimli eseri.

Ukiyo-e geleneğinden ve Japonizm akımından etkilenen izlenimci ressam Cloude Monet’İn eseri ‘Nilüferler ve Japon Köprüsü’

 

Küçük Deniz Kızı Ponyo,2008.

 

17 Temmuz 1996 yılında gerçekleşen uçak kazası (TWA Flight 800) için yapılan anıt.

 

BÜYÜK DALGA’NIN POPÜLER KÜLTÜRDEKİ YANSIMALARI

 

KAYNAKLAR:

YouTube

YouTube

Dergipark

Vankulu Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı/Issue: 4 – Sayfa / Page: 89-106

Animegen

Culture Trip

Khan Academy

ODÜ Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi SAYI: 10 (3) | KASIM 2020

Vikipedi

Vikipedi

Vikipedi

Pinterest

Royal Academy

Ezgi Orhan

Poe’nun dehşetengiz öykülerinin karanlığı ile Miyazaki’nin rengarenk ve duygu dolu dünyasının arasında kalmış, yolunu bulmayı çok da umursamayan kayıp bir ruh. Neden yazar, neden çizer? Çünkü konuşmayı sevmez, anlatmayı da sevmez; ama hayal etmeyi sever. Gerçekleştirmeyi umursamadan hayal eder. Bunları da kağıda döker. İleride ait olamadığı bu dünyadan kaçıp Neverland’a yerleşmek, kitapları ve boyaları ile sonsuza dek mutlu yaşamak istemektedir. Ama şimdi katılması gereken bir karnaval var.

YAZAR HAKKINDA

Ezgi Orhan

Poe’nun dehşetengiz öykülerinin karanlığı ile Miyazaki’nin rengarenk ve duygu dolu dünyasının arasında kalmış, yolunu bulmayı çok da umursamayan kayıp bir ruh. Neden yazar, neden çizer? Çünkü konuşmayı sevmez, anlatmayı da sevmez; ama hayal etmeyi sever. Gerçekleştirmeyi umursamadan hayal eder. Bunları da kağıda döker. İleride ait olamadığı bu dünyadan kaçıp Neverland’a yerleşmek, kitapları ve boyaları ile sonsuza dek mutlu yaşamak istemektedir. Ama şimdi katılması gereken bir karnaval var.

Bir Yorum Yazın

7 + 3 =

3 Yorum