Denemeler

EDEBİYAT NEDİR?

“Erdeminden dolayı mutsuzdu; ancak zayıflığı daha da mutsuz ediyordu onu.”
Stendhal, Kırmızı ve Siyah

Bir edebiyat metni yazarın okur ile arasında kurduğu bir kurgusal bir köprüdür. Burada okurun her zaman dışarıdan biri olmasını beklememek gerek zira ilk okur yazarın kendisidir. Yazar, okuru bilinmeyen bir ıssız adada dolaştıran rehberdir. Bu ada, papatyaların, menekşelerin, ıtırların yanında dikenlere, çamurlu göllere ve kara böceklere de ev sahipliği yaptığı sürece yazarın metni gerçekçi olacaktır. Yazarın ilk derdi kendine has bir dil, biçem yaratmak kaygısı değil, her ikisini de araç olarak kullanarak meselesini anlatmak olmalıdır. Yazar dilediği biçemde yazmakta özgürdür. Yalın, duru, karmaşık, tumturaklı, zor ya da kolay anlaşılır bir dil ile yazabilir. Peki onu sınırlayan haller var mıdır, varsa nelerdir?

Etik
Yazarın bilmediği konuda iyi yazamayacağı aşikardır. Demek ki; yazarın hakim olmadığı bir konuda yazması için araştırma yapması gerekiyor. Burada bir noktayı eklemek istiyorum: Yazarın anlattığı mesele ile ilişkisi… O, meselesine inanmak, meselesini hissetmek durumundadır; bilmediği konular hakkında araştırma yaptıktan sonra öğrenebilir ve yazabilir; ancak hissetmediği, inanmadığı meseleler hakkında yazamaz, yazmamalıdır.
Peki yazar yaşadığını mı yazar, yaşayamadığını mı? Ben yaşadıklarından yola çıkmalıdır, diyorum. Yazar yaşadığını yazmalıdır. Yalnız burada yazarların hayal dünyalarında yaşayan insanlar olduğunu da hatırlamamız gerek. O halde gerçekten zihninde yaşayabiliyor ve hissediyorsa pekala yaşamadıklarını, hep yaşamayı arzu ettiklerini de yazabilir.
Peki hep söylendiği gibi yazarlar iyi birer yalancı mıdır? Yazarlar yalan söyleyebilir hatta söylemelidir ancak; kendi yalanına inanmak şartıyla. Burada yine duygu meselesine geliyoruz. Duygularımız, hayal gücümüze şekil verir. Bir yazar duyguları ile yazmalıdır. O zaman söylediği yalanlar artık yalan olmayacaktır; çünkü duygularınızı kaleme dökerken yalan söyleyemezsiniz.

Yazar Kimdir?
Yazar, bir ressamın paletindeki renk renk boyalarını sevdiği gibi geçmiş anılarını, hayal kırıklıklarını ve hüzünlerini sevmeyi becerebilen kimsedir. O, hem geçmişte hem gelecekte yaşar. Onun işi etrafında olup biteni pür dikkat incelemek, hayattan numuneler toplamaktır. Topladığı numunelerden yeni bir kurgusal gerçeklik inşa eder. Bu yeni kurgusal gerçekliğin merkezinde yazarın kendisi bulunur.

Kahraman Yaratmak
Yazar, öyle kahramanlar yaratmalıdır ki yarattığı kahraman aracılığı ile kendisini aşmalıdır. Burada 19. yüzyıl romanından iki örnek vermek istiyorum: Birbirlerinin kardeşi sayılan Julian Sorel ile Raskolnikov… Stendhal’ın kadınları hayatı boyunca ne kadar arzuladığını zaten biliyoruz. Dostoyevski’nin de en azından romanını kurgularken tefecileri gerçekten öldürmek istediğini düşünüyorum. Aklının bir yanıyla bunun hiçbir şeyi çözmeyeceğinin de farkında olarak! Ne Dostoyevski gerçek yaşamda cinayet işledi ne de Stendhal kadınların yanında Don Juan olabildi. Ancak her ikisi de yazdıkları metinlerde bu tecrübeyi edindiler. Dostoyevski herhangi bir katilden daha fazla cinayetin ne olduğunu; Stendhal ise Casanova’nın hiçbir zaman erişemeyeceği yoğunlukta aşkı duyumsadı.
İki yazar da bu kahramanlarına inandıkları, onların meselelerini kendi meseleleri gibi benimsedikleri için okur olarak, hayatın gerçek hikayelerinden daha fazla onların kurgusal gerçekliklerinden etkileniyoruz.

Zaaflar
Toplumda hoş karşılanmayan kişilik özelliklerinin yine aynı toplumda anlaşılır ve değerli görüldüğü biricik disiplin, sanattır. Bir yazar, kendine dönüp zayıf, yetersiz, kötücül özelliklerini sergileyebildiği ölçüde okura samimi ve inandırıcı gelir. Günümüzde süper kahraman hikayelerini kimsenin tekrar duymak isteyeceğini sanmıyorum. (Hoş(!) 1978 yapımı ilk Superman filminde bile izleyicinin en aklında kalan sahne, kötü adamın zincirle kahramanımızın boynuna kriptonik taşı bağladığı, Superman’in can çekişerek havuza düştüğü sahnedir.) O zaman meselesine inanan bir yazar için pekala; korkaklık cesaret, siniklik özgüven, ahlaksızlık erdem, yalnızlık aşktır!

Burada kendimi tutamayarak araya giriyor, kadın okurların tepkisini çekmeyi göze alarak seslenmek istiyorum:

Kadınlar, ey kadınlar!
Lacueé, Jules Gaulthier, Curial, Alexandre Deru,
Ama en çok da bu sitem sana Matilde Derubowski
Stendhal’ı neden reddettiniz?
Hüznün, çaresizliğin, acının değerini
en çok bilen sizler,
neden sevdiğinizde zerre kadar ‘kadınsılık’ görünce
birden öfkeleniyorsunuz?
Kuvvet soğuktur, katıdır, zorbadır.
Nasıl ondan sevgi ve şefkat beklersiniz?
Tutkuyla seven kaybedecek,
gönül kavgasında da,
yine güçlü mü kazanacak?
O yazdı, kendini buldu.
Aradı, sizi sevdi.

Ona inanmadınız.

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

+ 42 = 50