GİZDÖKÜMCÜ KİMLİK #1 içeriğinin devamıdır.
Bu biçim üzerinden eser üretmiş bütün sanatçıların ana kaygısı, tüm o sancılı yaşamın sonucunda, dünyada var olmak –olmamak üzerine varoluşsal bir çabadır. Bu bize ünlü yazar Shakespeare’ın Hamletini hatırlatmaktadır. Shakespeare de birçok oyununu yazarken itiraf fikrini kullanmıştır.
İtirafın nasıl algılandığına veya uygulandığına bakılmaksızın, çağlar boyunca insan hayatının bir parçası olduğu açıkça görülmektedir.
İtirafçılar için bu bir çeşit iletişim biçimidir. Kendisi ile ilgili olanı, yaşadıklarını paylaşma içgüdüsüdür.
Vincent Van Gogh
Kardeşi Teo’ya yazdığı yüzlerce mektupta yaşadığı duygu durumlarının hepsi görülmektedir. Kaygılarından bahsetmiş, boşlukta ve yorgun olduğunu dile getirmiştir. Acı, keder ve melankoli, süreklilikle devam eden depresyonlar, panik ataklar yaşamıştır. İçinde bir yerlerde o derin kasvetli acı hissi hep var olmuştur.
Çalışma ölmeden önce yaptığı son resimdir. Resmin genelinde soyutlanmış bir karmaşa söz konusudur. İç içe geçmiş ağaç kökleri resmin ufak bir kısmında yer verilmiş olan, artık neredeyse görünemez gökyüzü, sanatçının ölmeden önce hissettiği duyguları yansıtmaktadır. Belki de artık sona yaklaştığını toprakla iç içe geçmiş ağaç kökleriyle vurgulamak istemiştir. Sürekli olarak çalışmalarında yer verdiği gökyüzü yavaş yavaş yok olmaya başlamıştır, artık görünemezdir.
Edvard Munch
Paris’e gittiği dönem Van Gogh, Gouguin ve Lautrec’ten etkilenen sanatçı, daha önce yaptığı resimlerin yerine kendi ruhsal durumlarını anlatan işler yapmaya başlamıştır. Resimlerinin temaları acı, ölüm, yalnızlık, melankoli gibi ruhsal duygu durumlarıdır. Çalışmalarının birçoğunda ölüm işlenmiştir.
Munch’un kendi hayatından kesitler sunması etrafındaki insanları rahatsız ederek, resim yeteneğinin sorgulanmasına hatta aşağılanmasına sebep olmuştur. Bu durum giderek daha da içine kapanarak yalnızlaşmasını sağlamıştır.
Munch’un yaşadığı ataklar, yalnızlık korkusu, terk edilme, ölüm karanlığı, güneşin batışıyla kasvetli bir havada verilmiştir.
İtiraf tam da bu noktada gerçekleşiyordu. Travmaların deneyimlenmesi, tekrarlanması…
Frida Kahlo
“Ayna! Günlerimin, gecelerimin celladı ayna. Üzüntülerim kadar üzüntü verici görüntü. Her an parmakla gösterilme duygusu. FRIDA GÖR KENDINI; FRIDA! KENDİNE BAKSANA. Saatler boyu gözlendiğimi hissediyordum. Kendimi görüyordum. İçerdeki Frida, dışarıdaki Frida, her yerde sonsuza değin Frida vardı… Bu üzerime gelen aynanın altında birden şiddetli bir resmetme arzusu uyandı bende. Artık sadece çizgiler çizmek için değil, bu çizgilere bir anlam, bir biçim ve bir içerik vermek için de bol bol zamanım vardı.”
“İyi geceler güneş, ay, yeryüzü, Diego ve aşk. Tablolarım güzel yapılmıştır, hafife alınmamış sabırla işlenmiştir. Resmim kendinde acının mesajını taşır. En azından bazı kişilerin ilgisini çektiğini sanırım.”
Nilgün Marmara
Bu kırılganlık noktasında Nilgün Marmara seksenli yıllarda üreten önemli bir kadın şairdir. Gizdökümcü olarak şiirlerinde kullandığı temalar intihar, yalnızlık, bunalım, kimlik arayışı olmuştur.
Kendini arayışı, beni sorgulayışı sürekli devam eder. Şiirlerinde de sıklıkla yer alır. Etrafındaki her şeyin farkındalığının vermiş olduğu rahatsızlıktan bir türlü kurtulamayan Marmara için yaşama tutunmak, her geçen gün daha kasvetli bir hal almaya başlamaktadır.
Marmara şiirlerinde insanın evrendeki zor durumunu ele almıştır. Ona göre insan bu evrende ölüm-hayat sarmalı içinde, sınırsız tutkuları sınırlı bedenine hapsolmuş bir şekilde; ötekiyle birlikte, ama yalnızdır. İnsanın sınırlı bir beden içinde sınırsız tutkuları vardır. Beklediğimizin tersine intihar tematik unsuru onun şiirlerinde yaygın değildir. Şiirlerinde sadece hayatın çirkinlikleriyle yüz yüze gelen melankolik bir “ben”in hayata karşı büyük bir hayır çığlığı yankılanmaz, aynı zamanda bütün bu çirkinliklere rağmen yazgısını olumlayarak direnen ve başkaldıran güçlü bir “ben” de vardır ki o, hayattaki olumsuzlukları göz ardı etmeden, pembe gözlükler olmadan hayata evet der. Asıl zor olan da budur. Şiirlerinde rahatsız edici, sarsıcı bir şekilde alışılmış biçimlerin ve gündelik dilin dışına çıkarak olanın olması gerekenden ne kadar uzak olduğunu duyurur; okuyucuları olanlarla yüz yüze getirir ve olması gereken üzerine düşünmeye yöneltir. (Öz, 2014, s.912).
Yaşam ve Ölüm ikilemi şiirlerinin ilk yıllarında yaşama son zamanlarına doğruysa ölüme dönük.
‘‘Zaman az kaldı, zorlanmış bedenim
Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi
Aşk, bağlılık ve hiçbir tutkuyu düşünmeden
Kalıvermeliyim öylece kaskatı.’’
Kaynak: