Resim, Ensor‘un en sevdiği temalardan birine karnaval temasına odaklanıyor. Resimde maskeli bir kalabalık ile çevrili ölüm figürü öne çıkıyor.
Ensor’un Ölüm ve Maskelerini gördükten sonra…
Birkaç metre ileride bir adam, yakasına iliştirdiği turuncu yapay çiçekle fazlasıyla kibar görünüyor.
Adamın yavaşça inen nefesiyle ben de indirdim kafamı ama yine de bakışları beni yakalamış, yakama yapışmış ve turuncu, yapay bir düş tohumunu iliştirmişti.
Elimi toprağa okşayacak gibi yavaşça uzattım sonra da bütün parmaklarımı tek tek toprağa gömüp çıkardım. Kahverengi tırnaklarımı bir dal parçasıyla temizledim. O sıra Tanrı güneşi doğurdu. Tam tepeme!
Adam yakasındaki çiçeğe şöyle bir göz attı ve bana doğru yürümeye başladı.
Etrafımdaki uğultu artıyordu. Tarım, dişliler. Adamın sarı dişleri…
Şişmanca bir kadın o sıralar bize doğru yaklaştı. “Karım o benim,” dedi. Kadın çıplak, adam küçük, kadın kocaman, adam daha da küçük, kadın dev gibi! Aynı boya geldiklerinde kadının aşk dolu ıslak bakışları adamın sarı dişlerine takıldı. Elbisesini ise kentlerden birinde bir çatıya takılsın diye uçurtmalar çaldı.
Burnuma gelen ekşi kokuyu elimle kovaladım.
Herkes buraya geldi. Mermerler bana doğru döndü, flaşlar patladı, sigaramı yaktım. Sarı dişli adam da yakmaz mı? Yaktı tabi! Kadın derin bir nefes aldı. Gözüm kocaman memelerine takıldı.
Kalabalık artıyor. Avuç içine bakan boynu bükük yaşlı kadına değin; belki de değil. Beni de gömecekler ve öylesine boşuna olacak ki o yas, gülecekler! İnsanların suratına tüküre tüküre attıkları kahkahalar, sonsuz griliğe karışacak.
Gözlerimi açıyorum, kapatıyorum, açıyorum, sımsıkı kapatıyorum, açıyorum… Kafamı bir güzel kadının memelerine koymuş hıçkıra hıçkıra ağlarken buluyorum kendimi. Abartılı bir şekilde ağlıyorum da ağlıyorum.
Kafamı kaldırdığımda bir sürü, tam anlamıyla bir sürü adam, pantolonları ütülü, suratları kırışmış bir sürü adam, işleri hep başından aşkın bir sürü adam akışkan bir şekilde bana doğru geliyor. Çiçeklere yazık!
Şişman kadın saçımı okşuyor. Herkes ağlarken takım elbiseli adam tiksinir bir ifadeyle etrafı süzüyor.
Uçurtma bir kente takılıyor.
“Süzülsene şöyle sen, tüy gibi… Kolay değil tabi lan!” diyorum kendi kendime.
Sarı dişler, iri memeler, kahverengi tırnak dipleri…
Yazar kelimeleri eğip büküyor ve metni yine zamandan ve mekandan soyutlayıp bizi bilinçdışımızla baş başa bırakıyor…
Yakamıza turuncu yapay bir düş tohumu iliştirip kafamızı bir kente takılmak üzere üfürüyor. “Üfürmek” bir tüyü alttan üfleyip uçurmak gibi bir eylemin Gizem’cesi olabilir. ( Buradaki Gizem, O yada Ben fark etmez. Ne de olsa adaşız ve biz birbirimizi imgeler yoluyla da rahatça anlayabiliyoruz. Uydurma kelimelerle de…)
Ey okuyucu, bu neyin kafası diyorsan, daha fazla bilinçakışı okumalısın! : )
:))
Bugünün öyküleri neden bu kadar buruk ?