“Zeki bir insan yalnızlıkta, düşünceleri ve hayal gücüyle mükemmel bir eğlenceye sahiptir.”
– Arthur Schopenhauer
İki insan yalnızlıkta, düşünceleri ve hayal gücüyle mükemmel bir sıkıcılığa sahip olabilir mi?
İhtiyar, “Sana bir hikaye okuyacağım,” dedi ve devam etti.
Bir gazete, Mısır’da bir hazine odası bulunduğunu yazıyor. Haber olma sebebinin altında, odanın içinde gizli bilimsel kaynakların bulunmuş olma ihtimali yatıyor. Hırsız, bu haberin onları hazineden uzak tutmak için söylenen bir yalan olduğunu düşünüyor. Altı gün süren araştırmasının sonunda hazine odasının yerini öğrenmeyi başarıyor ve Mısır’a gitmeye karar veriyor. İnsanlara zarar vermekten hiç hoşlanmadığı gerçeğini belirtmem gerekiyor; ama hazine odasının girişindeki askerlerden birisinin kafasına daha sert vurmuş olabilirdi. Odaya girdiğinde, köşede paramparça olmuş, neredeyse çürümüş kitaplar vardı. Ne derisi bilemeyiz, tuhaf bir kilitle mühürlenmişlerdi. Sezgilerine güvenerek çantasına sadece o kitapları koyuyor. Odaya girdiği yönün aksinde, girerken gözüne kestirdiği ve muhtemelen kazı çalışmalarından dolayı çöktüğünü düşündüğü bir açıklıktan, hızlı fakat profesyonel bir şekilde kaçıyor. Nil Nehri’nde yüzen kayıklardan birini çalıyor ve orayı terk ediyor. Hangi yöne gideceği konusunda hiçbir fikrinin olmadığını da söylemeliyim. Gittiği yön onu açık bir denize götürüyor. Son olarak, İskenderiye’yi efsanevi bir şekilde buluyor. Güvenli bölgesine geçtiğinde, kitabın kilidini kırıyor. İçinde başka bir altın olup olmadığını kontrol etmek istemişti ama karşısına anlam veremediği, tuhaf çizimler çıkıyor. Ertesi gün, kitabın altın çerçevesi ve tesadüfen bulduğu bir taş dışında hiçbir şey satamıyor. Kendi deyimiyle şerefsizleri, tarihi eser olduğuna inandıramamıştı. Günler sonra kitaptaki şekiller ilgisini çekiyor. Biraz dikkatini verdiğinde, şekilleri çözmeye başladığını fark ediyor. Sadece masası, sokağın zemini ile aynı düzlemde olmalıydı. Bir bodrum katı belki…
- Bir hırsızın, yalanlar üzerine kurduğu hayatını, saygın bir bilim insanı oluşunu ve bunu tüm insanlığa nasıl da manipüle ettiğini… Yazacağım!
“Kim?” diyorum. “Ne!”
- O adam işte. Yarım kaldı, yazamıyorum.
Belki saatler geçmişti ve kafamızda belirsizlikler ağlarını çoktan örmüştü. Ben, düşüncelerimle beraber gece kadar sessiz ve kördüm. Muhtemel bir çeviklikle kurşuni, berrak bir suya atlayabilirdim ya da sadece ihtiyarın gidip biraz uyuması gerekiyordu. Yaşlı adam, konuşmadan, benim deyimimle saçmalamadan duramıyordu.
- Ormanın içinde oldukça izole bir evde yaşadığını düşün. Bir gece, biri kapıyı çok sert bir şekilde çalıyor ve kapıyı açıyorsun. Adam paniklemiş. Bir katilin onun peşinde olduğunu söylüyor ve “Beni sakla!” diye sana yalvarıyor. Saklıyorsun!
İçimdeki yalnızlık hissi kayboluyor.
- Adamın doğruyu söylediğine inandığın için, onu bodrum katına saklıyorsun. Kapı bir kez daha çalıyor. Katil olduğunu düşündüğün bir adam, elinde silahıyla, oldukça sinirli bir şekilde sana bakıyor ve az önce bodrum katına sakladığın adamı tüm ayrıntılarıyla tarif edip “Bu adam nerede biliyor musun?” diye soruyor. “Evet, bodrum katında!” demek durumundasın.
Bir yudum daha derken kapıdaki katil, sen, o ve belki kedi, ihtiyarın uykulu gözlerinde ve ekşi nefesinde kayboluyor. Kedi. Balık. Sarhoşun biri. Oysa her gece şu karşımdaki denize bakarken gözüne bir şey ilişiyor. Doğru zamanda ve genelde aynı noktada… Öyle ilişmek ki hayal değil sanki. Bakarken denize belki tam yan masada, kim bilir? İhtiyar, “Mısır’ın birinci hanedanının altıncı firavunu Anedjib…” gibi şeyler fısıldıyor. Burnuna gelen izmarit kokusu, midesini bulandırmış olacak ki eliyle tam anlamıyla iğrenç bir şeyi kibarca kovar gibi küllüğü sandalyeye koyuyor. Ne olduğunu merak ediyorum; lakin yorgunum. Unutmuş olabilirim; fakat merakım hiç bitmiyor. Bu ne kadar zamandır böyle devam ediyordu ve ihtiyar adamın kafasından neler geçiyordu bilmiyorum; ama bodrum katında saklamaya çalıştığım bir hırsızı da ve peşine düşen katili de, Mısır’ı da, bu mucizevi bilim insanı olma yolundaki maceraperest karakteri de hiç anlamamıştım. Ama şunu biliyorum ki, herkes farklı zaman dilimlerinde, başka boyutlarda sükunetle yaşamayı sürdürür. Herkes anda kalır ve o an sonuca varmanın pek de önemi yoktur. Zaten deniz de kendini gecenin sakinliğine bırakmıştı. Bir kadın, rüzgarda sallanan şemsiyenin ve hasır şapkasının altında kendi kendine dans ediyordu. İhtiyarın yanında duran bir ayağı kırık sandalyeye şöyle bir göz ucuyla bakıp yerimden kalktım ve denize doğru ilerledim. Sabah güneş parlayacak ve ben yaşamın karmaşasından uzakta olacağım.
Sesinden dinlediğim ilk öykün : ) Bu kızın peşini bırakmayacağım demiştim. Yaz yaz yaz daha fazla çılgın kurgu…