Haftalık Öneriler İncelemeler Öneriler

Han Kang’ın Vejetaryen’i: Özgürlük, Arzular ve Kaçış

“Vejetaryen” Hang Kang’ın üç bölümden oluşan bir romanı, bir öykü dizisi. Oldukça kısa, 158 sayfa. Bir bakıma doğru uzunlukta: çünkü yoğun, tuhaf bir hikaye. Kesinlikle vejetaryenlik veya bunu uygulayan insanlar ve nedenleri hakkında bir kitap değil. Vejetaryenlik bu hikayede yalnızca bir sembol; özgürlüğü bedeni üzerinde arayan ve bunun ötesine geçen bir kadının hikayesi. Çok katmanlı, çok ince, sofistike bir roman. Romandaki tüm karakterler öfke, üzüntü ve şehvet kasılmaları geçirirken bile kitabın verdiği durgunluk hissine inanamazsınız. Hafif ürkütücü. Okumanızı şiddetle öneriyorum.

İlk bölüm olan “Vejetaryen”, Yonğhe’nin hikayesini kocasının perspektifinden anlatıyor. Kocası sıradan ve uyumlu bir kadınla evli olmanın rahatlığında, umursamaz bir iş adamı. Karısının duygularını sürekli görmezden gelen, onu neredeyse bir eşya gibi gören kontrolcü bir tekinsiz.

Öykü ilerledikçe Yonğhe’nin bir sabah buzdolabındaki bütün etleri çöpe atarak başlayan vejetaryenliğine ve rüyalarından dolayı uykusuzlukla devam eden çarpıcı dönüşümüne adamın gözünden şahit oluyoruz. Kocasının kadının değişimiyle beraber onun bedeninin üzerindeki kontrolü tamamen eline alma çabalarına; Yonğhe’nin masada ötekileştirildiği et dolu bir iş yemeğinden cinsel zorbalığa kadar birçok iğrenç müdahalesine şahit oluyoruz.

Adamın en sonunda Yonğhe’nin ailesini de arayarak devreye soktuğu travmalar zinciriyle devam eden bu bölüm, insanın özgürlüğüne duyulan tahammülsüzlüğün sadece ilk örneği.

Tüm bunlara rağmen Yonğhe’nin sessiz başkaldırısı o kadar güçlü ki… Çok çarpıcı. Sessizlik onun ayırt edici özelliği. Sessizliği parçalayıcı. Yazar bizi zaman zaman üstünü tamamen çıkarıp çıplak kalmak isteyen ve kocasının zorlamalarına rağmen asla sütyen takmayan Yonğhe’yi aktif olarak anlamaya çalışmaya zorluyor gibi. Bir yerde okumuştum, şöyle diyordu:

“Bir kural: Güçlü ve gizemli bir sanat eserinin ardındaki anlamın açıklamasını ne kadar hevesle isterseniz cevap o kadar az tatmin edici ve kapsamlı olabilir. Bazen bir kitabın veya filmin sizi nasıl şaşırttığı—kendi yaratıcısını bile nasıl şaşırtabildiği—asıl noktadır…Karakterlerin arka bahçedeki ormanda isimsiz ve ağır bir şeyi sürüklerken bile salonda sizinle sohbet etmesi…”

İkinci bölüm olan “Moğol Lekesi” ise üçüncü tekil anlatıcı olarak Yonğhe’nin eniştesine geçiyor. Ablasının kocasına yani. Bu kez sanat, arzu ve takıntı kavramları iç içe geçiyor.

Eniştenin Yonğhe’nin kalçasında bulunan “moğol lekesi” ile başlayan saplantısı kafasında tuhaf ve sınırları aşan bir projeye dönüşüyor. Bir sanatçı (görsel sanatlar) olan eniştesinin Yonğhe’nin çıplak bedenini bir tuval olarak kullanmak ve bunu videoya çekmek istediği bir proje.

Hikaye ilerledikçe bir bedenin metalaşma ve başkalarının fantezilerine malzeme olma sürecini, kadının bedeninin adamın kendi arzularının nesnesi haline getirildiği bir deneme olduğunu görmeye başlıyoruz. Ama tedirgin edici bir biçimde sizi uyaran bir deneme… Sanat ve şehvetin sınırlarının iç içe geçtiği bu bölüm rahatsız edici ama büyüleyici bir boyutta ilerliyor.

Yazar estetik arayış ile insan bedeninin fetişleşmesi arasındaki bulanık çizgiyi ustalıkla sorguluyor. Güzelliği ve dehşeti aynı evrende buluşturup olası sonuçlarını tartışmaya açmış, bu yönüyle müthiş bir rahatsızlık yaratmış. Beynin dayanma sınırlarında değişik bir yolculuk… Çok etkilendim. Dili de tüm bunlara eş gerçekçi, lirik ve trajik.

Yonğhe’nin sıradan görünen vejetaryenliği gitgide sarsıcı bir dönüşüm geçiriyor. Artık yazar akıl hastalığına (veya ötekilik…) sinsi ama naif bir giriş yapmıştır bile.

Son bölüm olan “Alev Ağacı”nda ise Yonğhe’nin ablası hikayeyi ele alıyor. Ablası çocukluğundan beri normlara uymanın ağırlığını taşıyan, “sorumlu kadın” rolüne sıkışmış biridir. Ve daha güzel. Bu bölümde Yonğhe’nin ablasının da sessiz çığlıkları var…

Kız kardeşinin delilik gibi görünen özgürlüğüyle beraber kendi fedakarlıklarının anlamsızlığıyla da yüzleşir. Hayatını kontrol etmeye çalışarak sürdürdüğü bu düzene karşı Yonğhe’nin çılgınca kaçışı ve kendi bedeninden bile özgürleşme arzusu ablasında hem hayranlık hem de korku uyandırır. Yonğhe’nin çöküşünü izlerken kendi kırılganlıkları ve baskılanmış arzuları yüzeye çıkar.

Daha şiirsel ve mistik bir atmosferde geçen bu bölümde sadece kardeşinin kaybolan aklıyla değil, kendi hayal kırıklıkları ve acılarıyla da yüzleşir. Yonğhe’nin radikal değişimi gizli kalmış yaralarını açığa çıkarır.

Yazar erkek egemenliği ve çılgın çalışma hayatı gibi kabul görmüş normları da bu bölümde incelikle yeniden gözden geçirmiş.

Yonğhe’nin “alev ağaçları” gördüğünü ve bu ağaçların dalları gibi göğe yükselmek istediğini söylediği sahneler ve ablasının bir yandan kardeşini kurtarmaya çabalarken diğer yandan onun bu kaçışına tanıklık etmesi; hem bir acizlik hem de bir kabulleniş içeriyor.

Okuyun 🙂

Han Kang

Han Kang

Diğer inceleme yazıları için tıklayabilirsiniz.

Kitap önerileri için tıklayabilirsiniz.

Gizem Karatepe

Bana bu kimliği yaz deseniz, birinci tekille yazılmış sıkıcı bir durum öyküsü yazarım. Anlat deseniz, anlatamam.

YAZAR HAKKINDA

Gizem Karatepe

Bana bu kimliği yaz deseniz, birinci tekille yazılmış sıkıcı bir durum öyküsü yazarım. Anlat deseniz, anlatamam.

Bir Yorum Yazın

72 + = 77