Geleneksel hedonizm; yani “hazcılık”, Sokrates‘in öğrencisi ve Kirene okulunun kurucusu Aristippos‘un bir öğretisi. Kısacası hayatın esasının “haz almak”, insanın en soylu amacının da “hayattan alacağı hazzı maksimize etmek” olduğunu ileri süren felsefi bir düşünce.
Hedonistler ise mutluluğu zevk çeşitleri olarak algılarlar ve tipik olarak kendilerini mutlu eden şeyleri birincil erdem olarak görürler. Sürekli mutluluğun peşinde koşarlar. Bir hedonist, hayatının her aşamasında mutlak zevke ulaşmak için çaba harcar. Yaşamın nihai amacının hazzı en üst düzeye çıkarmak ve acıyı en az düzeye indirgemek olduğuna inanır. Tam burada şunu eklemek istiyorum:
“Yolda Lord Henry Wotton’la (Dorian Gray’in Portresi kitabında bir karakter) karşılaşacağım ve bana diyecek ki: “Şu dünyada acı çekmek dışında her şeyi anlayışla karşılayabilirim. Acı çekmeyi anlayabilmem mümkün değil. Acı çekmek kötüdür, çirkindir, karanlıktır. Çağımızın acıya duyduğu sempatide hastalıklı bir şey var. İnsan, yaşamının renklerine, güzelliğine, coşkusuna sempati duymalı.” Ben de diyeceğim ki: “Stoa bana daha yakın ya!”
Her neyse. Epikuros’un hedonizmi ile günümüz hedonizmi arasında çok ciddi farklar olduğunu kabul edelim. “Zevk” kavramı kişiden kişiye farklılık gösterir. Bu yüzden belirli bir yaşam tarzından söz edemeyiz. Günümüzde çoğunlukla kendimizi iyi hissettiren şeylere odaklanır ve yaşam tarzımızı bu çerçevede belirleriz. “Rasyonel gerçeklerle birlikte hayattan zevk almayı öğrenmek” olarak da değerlendirebiliriz. Sabah sağlıklı uyanmak, odaya sızan güneş ışığı, kahve içmek, ağaçları izlemek, doğada yürüyüş yapabilmek veya arkadaşlarınla sohbet ederken zevk almak bile hedonizm çerçevesinde düşünülebilir. Çikolata yerken aldığınız zevk bile hedonik bir haz. Sonuç olarak hayatımız inkar edilemez bir biçimde hedonik eylemlerle dolu.
Gelmek istediğim konu şu: Hedonizm kendi içinde farklı şekillerde tasnif edilmiş çok yönlü bir kavram. İnsan da çok yönlü. Ve hedonist yaklaşım insanların karar, tercih ve eylemlerinin temel belirleyicisinin haz ve üzüntü olduğunu savunduğu için konuya şu şekilde değinmek istiyorum. Çok yönlü bir insan öğesini hem materyalist hem de hazcı bir şekilde ele alırsak kendimizi yine tüketimin batağında mı buluyoruz?
Çağlardan beri insanın kimliği toplumun dönüşüm süreci ile paralel ilerledi. Bu dönüşüm süreci geleneksel, modern ve post modern olarak adlandırıldı. Ve bu süreçte temel unsurlar da değişime uğradı. Tüketim gibi… Post modern dönemde bireylerin varlığı tüketimle belirlenir hale geldi. Tüketim, ihtiyaçları karşılamak yerine ihtiyacın kendisi haline geldi. Ve bu duygusal hazla beraber birey, psikolojik tatmine yöneldi. Çoğumuzun hissettiği bu başarısızlık hissini, keyif alamama halini, enerjinin azalmasını ve tatmin edilemeyen istek ve ihtiyaçlar sonucunda kişinin tüm yaşantısında oluşan duygusal tükenme durumunu buna bağlayabiliriz. Yani “anhedoni” ve hedonik tüketim davranışı” arasındaki pozitif ilişkiye.
Ve yine bu yaklaşım insanların karar, tercih ve eylemlerinin temel belirleyicisinin haz ve üzüntü olduğunu savunduğu için hedonistler; tatmin duygusu oluşturan şeyleri iyi kabul edip onlara ulaşmaya çalışırken tersine de kötü diyor, onlardan da kaçmak istiyor. Oysa ki basit(yalın/sade) bir şekilde anı yaşayabilmenin en büyük haz olduğunu düşünüyorum. Tam burada şunu eklemek istiyorum: “Sadeliğe Övgü”
O fantastik hazzı yaşayacağınız ana geldiğinizde bile o andan sonraki anın tadının var olduğunu savunuyorum. Bunu yazdığımda aklıma gelen “Soul” filmindeki repliği de tam burada eklemek istiyorum: “Bir balıkla ilgili bir hikaye duymuştum. Genç balık yaşlı balığa doğru yüzüyor ve diyor ki, ‘Şu okyanus denen şeyi bulmaya çalışıyorum.’ ‘Okyanus mu?’ diyor yaşlı balık. ‘Tam da içindesin.’ ‘Bu mu?’ diyor genç balık. ‘Bu su. İstediğim şey okyanus.’”
Ve sonuç olarak hepimiz hedonizmin o sıcak ve lanetli kollarındayız. Kesintisiz hazzın mümkün olmadığını, olsa bile insanın “hedonik adaptasyon” nedeniyle “heves kaçması, baştaki tadı, zevki alamaması” gibi duygu durumlarına geçeceğini kabul etmemiz lazım. Bir neden-sonuç ilişkisi…
Stoa bana daha yakın ya!
Ve Zenon şöyle buyurdu!
Ona göre dışımızda gelişebilecek olayları biz belirleyemeyiz (ki insanı mutlu mutsuz kılan da bu karşılaştığı olaylardadır zaten) ama onlara karşı mücadele edebiliriz. Bizi mutsuz eden şey bizim karşılaştığımız olayları nasıl yorumladığımız ve onlara karşı nasıl tutum aldığımızdır. Ve buraya Epiktetos‘un bir sözünü de bırakayım: “Önemli olan başınıza gelen olaylar değil, sizin olaylara nasıl tepki verdiğinizdir.”
Mutluluk ve huzur dışsal olaylara bağlı değil çünkü onlara hükmümüz geçmez. Fiziksel rahatsızlıkların kaynağı nasıl ki fiziksel beden ve organlarsa düşünsel rahatsızlıkların kaynağı da ruhsal ve psikolojiktir (Yüzyıllar sonra Freud bunu dediğinde mistisizmle suçlanacaktı) ve biz düşüncelerimize yön verebiliriz.
İstemenin bir sınırı yok. Sınırı olmayan istekler de ruhumuzu daima hasta eder. Örneğin bir telefon çıkıyor onu alıyoruz, bir üst modeli çıkıyor hemen ona da koşuyoruz (bunun adı, doyumsuz hedonik adaptasyondur). Kıyafet de öyle. Bu yüzden kapitalizm, doyumsuz hazzı ha bire harlar durur ve hedonik çılgınlık negatif canlandırma ile durdurulabilir. Stoacılar da bu noktada dengeyi savunur. İsteklerin sonunun olmadığı gibi aşırılıkların da sonu yok. Bu yüzden olsa gerek, Aristo, erdem dengedir, der.
Güzel yazılar;
Neden Hayata Karşı Haz Arayışımız Artarken Alınan Doyum Ve Mutluluk Azalmakta?
Cinsel Hedonizm – Zevkçilik – Hazcılık
Kaynak