“Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa ve tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması…”
Eser 1940 yılında yazarın ikinci kitabı olarak yayınlanmıştır. Sabahattin Ali, bu çok sevilen eserinde bir aşk hikayesi örtüsü altında toplumsal gündemin kişiler üzerindeki baskısını, aydın geçinenlerin karanlığını; sert, gerçekçi ve eleştirel diliyle okuyucuyla buluşturuyor.
Her ne kadar kitap Macide ve Ömer’in aşkı etrafında tesadüfler üzerine şekillenen olaylar kurgusunda işlensede Selim İleri‘nin kitapla ilgili olarak “İçimizdeki Şeytan bu açıdan bir ibret kitabı gibi okunabilir. Karanlık siyasetin insanları birbirlerine nasıl kırdırtabileceğine işaret eden pek çok sayfası vardır,” der. Yaptığı yorumdan da anlaşılacağı üzere kitap aşk romanı olmanın çok ötesindedir ve naçizane benim Sabahattin Ali’nin en sevdiğim romanıdır.