“Derken dünya eşkenar üçgenlerden ibaretti / tuttum birinin bir kenarını azıcık çektim / çiçekleri dizmek için denizlik / ve ağaca kovuk oldu sevişmek için”. (Zehra Betül)
1.RUKİYE ÇETİN: Şiir kitaplarınız var, şiir inceleme yazılarınız var, edebiyat ve güncel konuları ele aldığınız, dergilerde yayınlanan yazılarınız var. Bize biraz kendinizden söz eder misiniz?
ZEHRA BETÜL: Evet dört şiir kitabım ve iki tane de şiir üzerine yazılarımı topladığım kitabım var. Tıp fakültesinden mezun oldum, üzerine 4 yıl da ihtisas yaptım. Radyoloji uzmanıyım. Hekimlik ve şairliğin birbirinden çok farklı alanlar olduğunu düşünmüyorum. Modern öncesi dönemlerde hem hekimlik, hem şairlik, hem bilicilik hem de otacılık yapan şamanlar vardı. Ama modernizm, deterministik düşünce üzerinden gelişti. Ancak bu düşünce biçimi olmanın ötesine geçerek ikili karşı olumlar üzerinden uzmanlaşmayı da beraberinde getirdi. Böylece birlikte, bir arada olabilecek, bir bütün olan şeyler rekabet oluşturacak şekilde asla yan yana gelemezmiş gibi parçalandı, birbirine rakipmiş gibi karşı karşıya yerleştirildi ve hiyerarşik bir değerler sistemi haline dönüştürüldü. Genel tababeti ve koruyucu hekimliği bir kenara bırakan, uzmanlaşmayı ve giderek artan yan dalları daha kıymetliymiş gibi gösteren tıp eğitimi uygulamalarına da bu yüzden çok sıcak bakmıyorum. Lisede fen- matematik ve edebiyat bölümleri ayrımları da bunun güzel bir örneğidir. Sanki matematik ve fen ile ilgilenen bir insan edebiyat ile ilgilenemezmiş gibi, fen ve matematik değerli de, edebiyat değersizmiş gibi bir algı oluşturuldu. Oysa şiirin de müziğin de resmin de içinde matematik vardır. Leonardo da Vinci hem bir bilim insanı hem de sanatçıdır. Örnekler çoğaltılabilir. Ağırlıklı olarak fen ve matematik ağırlıklı bir eğitim sisteminin içinde yer aldığım için 2003 yılına kadar şiir yazmak için hiç çaba sarf etmedim sanırım. 2003 yılında tesadüfen bir arkadaşımın çağrısıyla katıldığım bir okuma grubunda şiir yazmaya ilgi duymaya başladım ve hikayem böyle başladı. Hekimlik ve şairlik çevreye ve insanlara farklı bir bakışı gerektiriyor, getiriyor. Hekimlik de şairlik de sadece zanaat değil, işin içine sezgi yani alnımızdaki üçüncü göz de girince sanata evriliyor. Hekimlik sadece hasta iyi etmekle sınırlı bir meslek değil, bunun çok daha ötesinde, Anadolu kültüründeki Lokman hekim örneğinden de bilindiği gibi, canlı yaşamı sonsuza taşımakla ilgili daha geniş kapsamlı bir sorumluluk. Hekimler bu yönde karşısına çıkan her türlü engelle savaşmak durumunda, aynı çabayı gösteren herkes de hekimdir benim gözümde. Bu canlı yaşamı tehdit eden, yozlaşmış siyaset de olabilir. Aynı bunun gibi, şair de çağın gerçeklerine tanıklık edip, düşünce süzgecinden geçirip, ifade etmek, iktidarın diline ve resmi tarihe, kendi diliyle bir şerh düşmek durumunda. İlk kitabım “içimde kirli kuşlar” 2008 yılında yayınlandı. Ardından “kanatlarım kendime doğru”, “kuşyemi” ve en son 2017 ‘de alegorik şiirler ve sayıklamalar” çıktı. Bu sıralarda “melankolik kara delik”; şiir üzerine kadın yazısı ve “romantik büyüteç” altında, ağırlıklı olarak ‘80 kuşağı şairlerinin şiirlerini incelediğim; “kim korkar ustalardan” basıldı. Burada bir parantez açarak Türkiye’de şiirin ve şairlerin on yıllık peridotlarla “kuşak” olarak adlandırılmasını da sorunlu bulduğumu ifade etmeliyim. Bu konuyu da söz konusu kitaplarımda ayrıntılandırdığımı düşünüyorum.
2.RUKİYE ÇETİN: Neden yazıyorsunuz sorusu size söyleşilerinizde en çok sorulan sorulardan biridir sanırım. Siz neden ve kime yazıyorsunuz ve neden şiir?
ZEHRA BETÜL: Hiç kimseye yazmıyorum. Neden yazdığıma gelince; yazmak düşünmemi ve duyumsadıklarımın farkına varmamı, dillendirmemi kolaylaştırıyor, farkındalığımı artırıyor, beni geliştiriyor. Şiir yazmaya ilk başladığımda şiir üzerine inceleme konusunda bir kitabım olacağını hiç hesaplamamıştım. Şiir ortamını hiç tanımıyordum. Ama düşündükçe ve gördükçe bu alanda hem yaşantı hem de yazın olarak beni doyurmayan bazı eksikliklerin olduğunu fark ettim. Türkiye’de dil bilim konusunda yazılı eser çok az. Şiirin içinde girdikçe şiir dilinin iktidarın dilinden çok farklı “küçük ve şifreli bir dil” olduğunu görüyorsunuz. Dil bilim konularında Batı’da yapılmış çok sayıda araştırma, inceleme, dil bilim ve psikolojiyi, dil bilim ve feminizmi bir arada inceleyen felsefi boyutlarda çeşitli yaklaşımlar var. Bizde ise, özellikle şiirde, önceki senelerde birkaç eleştirmenin etrafında toplanan kısır bir zar atma tekniği söz konusu idi. Dilbilime, şiir bilime, yukarıda söz ettiğim bilim ile şiirin, bilim ile dilin birbirlerinden farklı alan olmaları şeklinde zihinlerimize kazınan bir algıdan dolayı , bunların bir arada olamayacağı baştan kabul edilerek, uzak durulmuştu. Genellikle erkek şairler üzerine zar atardı eski şair ve eleştirmenler. Şimdilerde de okunurluk ve popülariteyi belirleyen ulusal çapta birkaç yayınevi ve holding dergileri var. Kadın şairler son yıllarda sayıca arttı. Ama yine ortamı belirleyen ve yönlendiren bir erkek şair hakimiyeti var. Yarışma jürileri, etkinlikler vs. de onlar söz sahibi. Bu alanda görünür olmak için bazı siyasi manevralar falan gerekiyor. Ben bunları pek önemsemiyorum, yani adım kalsın, çok okunayım şeklinde, ana akım veya edebiyat kanonu içinde; her ne olursa veya her ne yapmam gerekiyorsa, illa ki yer alayım gibi bir çaba içinde değilim. Pablo Neruda‘nın hayatını anlatan çok güzel bir film izlemiştim: İl postino (Postacı). Filmde Neruda’nın dizelerini sanki kendisi yazmışmış gibi bir kıza okuyarak gönlünü kazanan postacıya sitem eden Neruda’ya postacının verdiği cevap hiç aklımdan çıkmaz: Şiir ihtiyacı olanındır. Ben de öyle düşünüyorum, şiire ihtiyaç duyan onu bulur, okur. “Neden şiir” demiştiniz; metafor kurmak hoşuma gidiyor, öykü ve romanın ayrıntılı kurgusunu bir okur olarak sevmekle birlikte, çabuk sıkılan yapımdan dolayı, yazabileceğimi sanmıyorum, hiç denemedim. Şu sıralar şairlerin özellikle kadın şairlerin, çocuk kitabı yazma furyası var, onu da hiç denemedim.
3.RUKİYE ÇETİN: Özellikle ilk şiir kitaplarınızda doğadan imgeler önemli bir yer tutuyor. Size bu soruları bir kenarında durup hazırladığım Akdenizin tadı, tuzu, kokusu deniziyle bitkisiyle yolumuza çıkıyor: Yaseminler, turunçlar, mersinler, narlar, meşe palamutlar ve ille de deniz. Neden?
ZEHRA BETÜL: Şiirde çocukluk önemli bir yer tutuyor. Çocukluğum Mersin’in kasabası Silifke’de, öncesinde Yeşil Ovacık beldesine bağlı, Torosların eteklerinde kurulmuş, Yapal köyünde geçti. Annemle babam bu köyde öğretmenlik yapıyorlardı. Hayatıma dair ilk imgeler, ilk anılar buralardan, öncesi yok. Prefabrik lojman evimize yılanlar giriyordu. Biz o gece evde kalamıyor Ovacık’ta yaşayan tanıdıklara kaçıyorduk. Akrepler, arılar, yaban menekşeler, orman ve deniz, domates ve salatalık, limon, portakal ve turunç bahçeleri, enginarlar ve av köpeklerimiz, horoz dövüşleri, avcılık hikayeleri, ayağında zil takılı atmacamız, ölü bıldırcınlar, yosunlu göller, Göksu ırmağı, yazlık sinemalar vs. buralardan besleniyorum.
4.RUKİYE ÇETİN: “Kanatlarım kendime doğru” adlı şiir kitabınızı bana Hypatia şiirinde geçen “arala/bak gözlerimde/ ovalı zamanlar, tanrıların olmadığı…” dizeleriyle imzalamışsınız. Ve son dizeler: “irisine işlendi kurban ayinlerinin izi/ bakmazsan, senin yerine ta oralardan / ben bakarım.
” Kadınlık”, “kadın olmak”, “kadın şair” hem yazılarınızda hem de şiirlerinizde önemli bir yer tutuyor. Kadın şiirin neresinde?
Zehra Betül: Kadın şiirin her yerinde. Bakarsanız erkeklerin hep ulaşmadıkları kadınlara şiir yazdığını görürsünüz, Fars edebiyatındaki surete veya olmayan kadına tutulma da çok işlenir. Kadın ulaşılamayandır, sevgilidir, kısraktır, ayakta işeyemeyendir vs. Yanı sıra kadının hep nesne olduğunu okuruz; kadının bütünü değil, parçaları; memeleri, kalçaları, saçları vardır falan. Kadın ya yeryüzünde ya da yerin dibindedir, ama asla erkeğin yanı başında değildir. Hypatia da parçalanarak öldürülen İskenderiye’li bir matematikçi. Onun ölüm şekli çok içimi acıtmıştı. Bunun ve sonrasında, erkeklerin kendilerine rakip olacak, iktidarını tehdit edecek kadınlara düşmanlıklarının münferit değil, erkek egemenliğinin genlerine kodlanmış sistematik bir davranış şekli olduğunu anladım. Genlerine kodlanmış derken yanlış anlaşılmak istemem; ellerinde olmayan anlamında değil, yaygınlığı anlamında. Bu şiirde kadınlarla hem bir duygudaşlık hem de istediği gibi olmayan/olamayan kadınlara bir öfke var; (Hypatia’nın) mirasına sahip çıkamadıkları için. Bilim ve akılın dolayısıyla erk’in erkeklere, duygu alanı ve zayıflığın ise kadınlara mal edilmesine ve bu mirasın hiç değişmeden bu günlere taşınmasına şaşırıyorum. Bunda kadınların da rolü var ve çok uzun bir konu. Ben bir kadın olarak, bir insan olarak kendi başıma gelenleri, erkeklerin sorunu olmayan, görmezden geldikleri veya birbirlerini hoş gördükleri konuları; bunlar da var, ben de varım, demek için yazıyorum. Tokalaşmak için uzattığım elimin havada asılı kalmasının fotoğrafını çekiyorum. Adam elimi sıkmıyor, çünkü korkuyor; avcumun sıcaklığından avucuna cehennem ateşinden bir kor konabilir diye.
5.RUKİYE ÇETİN: İlk üç şiir kitabınızın her birinin ismi bir öyküye epigraf olabilecekken son kitabınızın ismi de içeriği de farklılaşıyor. İlk kitaplardaki seyir ben dili ağırlığı taşırken son şiir kitabında farklılaşıyor. Daha öfkeli, isyankar şiirlerle karşı karşıya geliyoruz. Neden böyle bir süreç değişikliği?
ZEHRA BETÜL: Bunu tasarlamadım. Şiirlerim, yaşamımın özünden bağımsız değil. Son yıllarda giderek artan bir şekilde, içinde yaşadığımız coğrafyada ve yer kürenin genelinde yaşanan dehşet verici olaylara, kadınlara, çocuklara ve hayvanlara uygulanan orantısız şiddete, onca çabaya karşın hâlâ hız kesmeden sürüp giden ırkçılığa tanıklık sonucu şiirlerimin acılaştığının farkındayım, ama bunun dışında başka türlüsü şu an için mümkün değil. Onca acı ve keder nasıl estetize edilir bilemiyorum, ama “kaybedenlerin” tarihini şairler, kendini orada ve onlarda görüp yazmalı; o vakit buna şiir değil de ağıt demek daha doğru olur belki.
6.RUKİYE ÇETİN: Şiirleriniz bilen kişi olmanın ötesinde okuruna ve şairine sorular soruyor ve sorduruyor. Kendinizle bir söyleşi yapsanız hangi şiirinizi odak alır hangi soruyu sorardınız?
ZEHRA BETÜL: Bilen kişi değil de gören kişi demek daha uygun olabilir, her şeyi bildiğimi tabi ki iddia edemem. Ama sezgilerimin güçlü olduğunu biliyorum. Şiirlerim dediğiniz gibi okur ya da alımlayıcıda sorular oluşturuyorsa ne mutlu bana. Hangi şiir derseniz “derken dünya eşkenar üçgenlerden ibaretti/tuttum birinin bir kenarını azıcık çektim/ çiçekleri dizmek için denizlik/ ve ağaca kovuk oldu sevişmek için”. Dünyayı insanlara böyle düz kenarlı üçgenler gibi algılatan nedir? diye sorardım sanırım.
RUKİYE ÇETİN: “birlikte öğrendik şehrin kara deliklerini/ konuşulması ve susulması gereken/ yerleri vardı …. kurtarılmış bir yer aradık/ tek başınalıklar/her şeyi bilenler / ve hep haklı olanlar olmasın içinde….. hurafe değil sadece bizdik” Bu güzel söyleşi için teşekkür ediyorum. yeni şiirlerde görüşmek üzere.
Sevgili Rukiye bu güzel söyleşiye emeğin ve ilgin için çok teşekkür ediyorum. Karnavelesk yayın kuruluna da teşekkürler. Okurunuz bol olsun dilerim.
Keyifle okudum… İçindeki şiiri geç fark eden ama güçlü ifade eden Betül Hemşehrimi ve yüz yıllık arkadaşım Rukiye’yi bu güzel söyleşi için kutluyorum. Hypatia benim de geç öğrendiğim ve dinsel zorbalıktan bir kez daha (bu kez İsevilere yönelik) nefret etmeme neden olan yaşamı nedeniyle içimde bir acıdır. Bu bilim insanlarını, masalları dinlemekten daha fazla dinleseydik ve onlara gereken özeni ve saygıyı gösterseydik acaba dünya daha farklı bir yer olabilir miydi? Sevgiyle…
iyi dilekleriniz için teşekkürler… Bilmukabele 🙂
Selamlar, sevgiler, teşekkürler.
Karnavalımızın en güzel söyleşilerinden birine vesile olduğun için teşekkürler…
Teşekkürler.
Çok güzel bir söyleşi olmuş ellerinize sağlık.