Burası ferahtır, insanı zindeleştirir. Burada zaman medenice inkar edilir.
Aşkın bir kazananı yok. Asıl amaç aşkın tam olarak tanımlanamayan bir şey olduğunu, herkesin kendi yorumunu kattığı bir şey olduğunu fark etmek. Kimisi o kadar derine iner ki aşktan daha da uzaklaştığını hisseder. Kimisi için tamamen tensel bir çekim, bir tutkuyken bir başkası için aşk bir dostluk, bir sadakat meselesidir. Hatta bazen bir hakikat meselesi. Diğerleri ise yüzeyde kalan cevaplarla yetinmeye çalışır. Ama bilirsin, sonuç hep aynı… Herkes kendi deneyimiyle şekillenen bir tanım yaratır. Aşkı tanımlamak onu yaşamaktan daha karmaşık bir oyun yani. Kaybolmuş gibi hissettirse de aşkın içindeki güzellik tam da bu belirsizlikte yatar. İki geminin okyanusta karşılaşması gibi, bir tesadüf. Belki de asıl soru, “Aşk, hayatımızı nasıl şekillendiriyor?” değildir. “’Ne kadar derine inmeye hazırız?’dır.” Belki de asıl cevap; hepimizin bilgelerin erişemeyeceği mertebede, yüceler yücesi bir şapşal olduğumuzdur. Sadece hazzın sırrına eren bir şapşal. Aşkı aylaklık ile şımarıklığın arasına depresyon koyulmuş leziz bir sandviç sanan koskoca bir şapşal. Sonuç olarak herkes Hamlet piyesinde kendi kafatası kullanılsın istiyor.
Düşünce tarzlarından gidebiliriz. Mesela nostaljik romantikler… Anıları, hiç bitmeyen geçmiş özlemleri, fotoğrafları, eşyaları… Onlar için hepsi değerli bir hazine gibi. Çok duygusallar. Hayalperestler. İçine toz şeker doldurulmuş şeffaf bir gül gibi. İnsan koklasın mı, yalasın mı? Hahaha. Hüzünlü bir melankolik. Günlüğü filan vardır, saçlarında hafif dalgalar, sıkıcı bir giysi dolabı, bilezikleri, hafif ışıltılı dokunuşlar yaptığı ama yine de ölü görünen bir makyajı… Kafasının içi yapış yapış bir örümcek ağı gibidir ama kimse görmez, kasadaki kız gibi. Ama o hep kulesini süpürgesiyle uçarak delen cadılar gördüğünü zanneder. Kötüler yaşar, iyiler rüya görür misali. Müpteladır bunlar; hilesiz bir sahteliğe, anlaşma sağlayan yalana, teselli getiren dalavereye… Burada Pessoa’nın harika bir sözü geliyor aklıma:
“Romantizm, ihtiyaç duyduğumuz şey ile arzuladığımız şeyi birbirine karıştırmaktır.”
Bak mesela pragmatikler… Bazen koca bir hayal kırıklığından ibaret, baştan aşağı. Diyor ki: ‘Romantik filmlerden ve masallardan nefret ederim hoho. Köşelerim var hoho.’ Aşk evrilen bir bağ! Falan filan. İlişkilerin dengesi konusunda çok haklı ama. Aşk aynı zamanda bir uyum, bir sorumluluk, bir çerçeve… Görmezden gelmemek lazım. Biraz da karizmatik geliyor açıkçası. Karanlığı bozmadan geceye karışan bir gölge kadar karizmatikler.
Bir de skeptikler var. Şüpheciler yani. Uğraşılmış bir rahatlıkları var gibi geliyor bana. Sürekli sorgulayan, varoluştan filan bahseden tiplerdir bunlar. Kanlarında piranalar yüzer sanki. İnsanlar aşkı ararken kendilerini mi kaybediyorlar acaba?
Oyun arkadaşı olanlar var bir de… Eğlenceli, heyecanlı, tutkulu, çılgın. Sosyaller, kolay arkadaş ediniyorlar. Aşka bakışları kurallarını bilemediğin, belki uyamadığın, bazen de tam tersi… Bir oyun gibi. Onu cezbeden bu karmaşa zaten.
Herkesin kendi hikayesi, kendi zaferi ve kaybı var. Ve ne olursa olsun bu oyundan keyif almayı öğrenmeliyiz.