İnsan neden aşık olur ki? Sevişmek için mi? Kuru bir yatağı ıslatmak için mi? Öpülmedik yer bırakmamak için mi dudakların kenarında? Öyle bir zaman geçirmek için mi? Elini tutmak için mi güzel bir kadının?
Bu soruya geçen haftaya kadar cevap bulamazdım. Oysa şimdi eminim. Çıldırtacak bir kokusu olmalı insanın. Zamanı durduran, her şeyi altüst eden bir koku aramışım sadece. Şansa yağmur yağmıyordu. Onun evinden çıktım. Hayır, sevişmedik. İki kupa çay içtim sadece. Hem de şekerli çay. Nefret ederim normalde; ama ona yaranmak için yaptım bir şeyler. Çay da içmem pek. Ama o çok seviyor. Katlanacağız artık.
Güzel güzel konuştu o. Dudaklarında vişne reçeli bir heyecan vardı. Hissettim. Allah’ın varlığına iman etmek gibi bir şeydi. Kalpten geçen gizli bir şeydi. Herkes anlamazdı. Ben anladım.
Mutfağa gitti. Ben gelmeden önce yaptığı elmalı kurabiyeleri getirmek için. Bir kalkışı vardı koltuktan. Efsane… Yeleğinden salınan koku muhteşemdi. İşte o zaman fark ettim kokunun aşk için şart olduğunu. Tarifi zor bir şey bu. Kimse o kokuyu anlatamaz. Hücrelerim hariç. Onlar ezberden söyleyebilirler her şeyi.
Geldi işte. Oturdu. Gülüyor yine. Devrim gibi. Her şey yok oluyor gözümün önünde. İşim, hayatım, ailem, inandıklarım, param, her şeyim ya… Üzerimdeki kefeni çıkarıyorum böylece. Yeniden doğmanın hazzını yaşıyorum.
Ben o kokuyu takip edeceğim gücüm yettiğince. Bir yerde tıkanacağım ama. Olsun, hatırlamak da güzel. Onun yanında hep birileri olacak. Ben aynı rolü oynamaya devam edeceğim. Şimdi kapatmam lazım. Buraya geliyor. Koluna sünepenin birini daha takmış.
- Esra, canım biz gidiyoruz. Sonra ararsın beni.
- Tamam canım. İyi eğlenceler size.
Her aşk hikayesinde arkadan el sallamak zorunda kalan birileri muhakkak vardır.