Öneriler

LEŞ – Ferit Edgü (Öykü)

 

Ferit Edgü

Ferit Edgü

Kara boyalı bir teknenin içinde sallanıp duruyordum. Başım dönüyor, midem bulanıyordu. En son gücümü harcıyordum kürekleri çekerken. Akıntı ters yönden sürüklüyordu. Kuzeye doğru gitmeye çabalıyordum. Toprağım, evim oralarda bir yerdeydi. Gece bastırmadan da varmam gerekti. Ben akıntıya kapılmamak için son gücümü harcarken gittikçe şiddetlenen bir rüzgâr çıktı kuzeyden. Deniz daha da kabardı. Dalgalar akıntıyla bir olmuş, gelişigüzel atıyorlardı altımdaki tekneyi ordan oraya. Bir de leş tebelleş olmuştu tekneye. Çevrede dönüp dolanıyor, pis bir de koku salıyordu. Birkaç kez küreğimle ittim. Ama çok geçmeden gene geldi, yapıştı tekneye. Midemin bulantısını bastırmak için, yanımdaki kurumaya yüz tutmuş ekmekten bir lokma koparıp çiğniyordum arada bir. Ama o leşin kokusunu duydukça bunu da yapamaz olmuştum. Kapağı bir atabilseydim kıyıya. Dalgalar nasıl olsa atacak beni bir yere diyordum. O an toprağımı, evimi değil, herhangi bir kara parçasında olmayı özledim. Sarsılıyorduk. Ordan oraya atıyordu dalgalar bizi. Korkunç bir hızla sürükleniyorduk akıntıda. Gene de bırakmıyordum kürekleri. Kollarım eklemlerinden kopacakmış gibi oluyordu. Sonra o leşi, denizi, akıntıyı, bunların arasındaki yalnızlığımı düşünüyordum, yeniden başlıyordum kürekleri çekmeye. Sağ kürek dalgalara çok dayanamadı, ortasından kırıldı. Alıp götürdü dalgalar hemencecik uzağa. Küreğin parçasını götürdükleri gibi, bu leşi de götürseler ya, hiç değilse onun bulandırıcılığından kurtulsam ya… Ama hayır, nereye atarsa atsın dalgalar, o ayrılmıyordu çevremizden. Yapışmış gibiydi teknenin altına, küt küt vuruyordu. Küreğin elimde kalan kırık parçasıyla iteledim birkaç kez, uzaklaşır gibi oldu. Kürekleri de bırakmıştım artık.

Tek kürekle nereye varabilirdim ki? Çevreme bakındım, en küçük bir ışık ya da karaya benzer bir şey göremedim. Karaya boyalı bu hantal teknenin içinde sallanıp duruyordum. Neden buradaydım? Kim getirip koydu bu teknenin içine beni? Bilmiyorum. Yalnız ekmeğim, bir şişe de suyum vardı kendimi denizde bulduğumda. Teknenin altına çarpan o aklaşmış irin irin dökülen, karnı şiş, tüm niteliklerini yitirmiş – hayvan, hayvan ama, ne hayvan? – leş dönüp duruyordu çevremde. Onun da beni bırakmayacağını çok geçmeden anladım. İçimde bir eksiklik oluştu. Ağlar gibi oldum. Bu sanki bende uzun yıllar önce yitirdiğim, sonra birdenbire bulduğum benliğimin bir küçük parçasıydı. İçimde akşamın çökmesiyle beliren korku, gittikçe yoğunlaşıyor, sıkıyordu beni. Beni… Kimdim ben? Bocalıyordum. Bu leşle, tekneme yapışmış ayrılmayan, gecenin karanlığında bile bütün iğrençliği belli bu leşle nereye gidiyorduk? İsteğim, salt bu leşten kurtulmak, herhangi bir kara parçasına, ister doğuda, ister batıda, ister güneyde, nerde olursa olsun bir kara parçasına ayak basmaktı.

İyi ki bırakmışım kürek çekmeyi diye düşündüm. Kollarımın yitirdiği güce, şimdi kayığın içine oturmuş acıyordum. Bir ara bulutlar dağıldı, yıldızlar tam tepemde, bir de ay doğdu. Dalgalar da hafifledi. Az sonra tümüyle yitti. Hafiften ortalığı aydınlatan bu ay ışığı altında bir kara parçası görür gibi oldum. Oldukça uzaktaydı. Dalgalar da dinmişti. Bizi oraya atacak hiç bir etmen kalmadı, diye düşündüm. Ama gene de durulan suyun yüzünde, o hantal tekne hafif bir akıntıyla yol alıyordu. Denizin durulmasıyla baş dönmesi, midemin bulantısı da geçer olmuştu. Kusmuklarımı temizledim deniz suyuyla. Elimi, yüzümü yudum. Çevremde dönüp duran leşi de unutmaya çalıştım. Burnumu tıkadım kokusunu duymayayım diye. Uzun bir zaman öylece kalakaldık suyun ortasında. Göz kapaklarım ağırlaştı. Uyumadan önce bir daha baktım leşe; karın üstü dönmüş, yapışmış teknenin altına geliyordu benimle. Atamamıştım onu. Sabaha değin uzaklaşır gider diye düşündüm.

Sabaha karşı bir kumsalda uyandım. Omuzlarım ağrıyordu, bacaklarım uyuşmuştu. Güçlükle ayağa kalktım. Rüzgâr çıkmıştı gene. Denize bakındım: Görünürlerde yoktu teknem. Elimi kolumu oynatıp kendime gelmeğe çalıştım. İlerilere bakındım sonra. Alabildiğine uzanıyordu kumsal. Yürümeye çalışayım bir eve varırım belki, dedim. Yürüyemedim. Ayağımdan yakalamış bırakmıyordu beni. Bir adım olsun attırmıyordu artık. O, leş sandığım o. Tüm gücüyle çekiyordu beni kendine. Yere yuvarlandım. O, ona konduramadığım bir güçle abanıyordu üstüme, boğarcasına kıstırmış beni. Kurtulmak için çabaladıkça daha bir eziyordu. Ben’i eziyordu, eziyordu, yok ediyordu. Ben’i kurtulmaya çalıştıkça, Ben’i, Ben’i, Ben’i…

Sel Yayıncılık

Gizem Ozan Aslan

En sevdiği çiçek yasemin olan kadın, gecenin sessizliği içinde yazıyordu. Yarayı ve izi… Zamanı ve yansımayı… Bazı kelimelere fena takıntılı, karakterleri hezeyanlı, deliliği düş ile değiş tokuş ediyordu. Kendini bildi bileli…

YAZAR HAKKINDA

Gizem Ozan Aslan

En sevdiği çiçek yasemin olan kadın, gecenin sessizliği içinde yazıyordu. Yarayı ve izi… Zamanı ve yansımayı… Bazı kelimelere fena takıntılı, karakterleri hezeyanlı, deliliği düş ile değiş tokuş ediyordu. Kendini bildi bileli…

Bir Yorum Yazın

+ 60 = 68