İrfan üzerine doğru çekilen şutu gördüğünde filesiz kaleyi ortaladı ve dizlerini kırarak topun açısını tahmin etmeye çalıştı. Asım’ın beceriksiz vuruşu topa sağa doğru meyil veriyordu. Güçlü bir sıçrama ile bu şutu kolayca yakalayabilirdi. Ayaklarını yere sıkıca basacaktı, bacaklarının yanı sıra bel ve sırt kaslarından aldığı kuvvetle kendisini yukarı doğru itecekti. Top havada dönerek yaklaşacak ve İrfan kusursuz bir yakalayışla maharetini göstermiş olacaktı. Birkaç yıl öncesine kadar yaşıtlarından kısaydı. Bu durumun içinde yaktığı rekabet duygusu ile her gün kendince egzersizler yapıyordu. Mekik çekmek daha iyi sıçrayabilmesi için onu güçlendiriyor, barfikse asılmak daha kuvvetli kollar ve daha uzun bir beden vaat ediyordu. Boyu artık neredeyse Hasan ve Selim kadardı. Muharrem kadar uzayabilseydi keşke. O zaman kimse kendisine tek laf edemezdi. Topun sağa yatacağı kesinleştiğinde İrfan bedenini sıçramaya hazırladı. Kaleciliğin en heyecanlı tarafı işte bu bekleyişti. İşin sırrı doğru anda doğru açıyla zıplamaktaydı. Ah bir de kramponları olsaydı. Sokağın parçalanmış beton zemini yerine çimlerde olduğunu hayal etti.
Karşı takım başarılı bir dayanışma örneği ile hücuma geçiyor, bir orta, kendi defansları şutu engelleyemiyor ve top havalanıyor. Son dakikada bütün gözler İrfan’a dönmüş durumda, İrfan yumuşacık çimler üzerinde yaylanıp sıçrıyor ve meşin yuvarlağın fileler ile buluşmasını önlüyor. Hakem düdüğü çalıyor ve maç bitiyor. İrfan karşı takıma beraberlik hakkı tanımıyor. İrfan! İrfan! İrfan! Taraftarlar birlik olmuş sevgiyle İrfan’a tezahürat yapıyor.
Gerçek hayatta, herkes gol atanlara tezahürat yapardı. Maçın galibi, kazananı, kurtarıcısı her zaman onlar olurdu. Bu nedenle mahalle takımları kurulurken herkes forvet olmak için kudururdu, takımı kuran abilere yaranmaya çalışılırdı. Defansa kalanlar çirkeflik yapar, maçta kural mural dinlemez top ayaklarına geçti mi basarlardı şutu duvara çizilmiş kaleye.
Kale çok önemliydi. Duvar dibinde üst üste konmuş iki tuğla ancak bebeler için iş görürdü. Mahallenin abilerinden birinin bir ressam edasıyla çizdiği derinliği olmayan kale ise neyin gol olup neyin olmadığı hakkında net bir bilgi verirdi. Kale çok önemliydi ancak kaleci olmak önemsizdi. Böyle takımlarda en güçsüzleri kaleye koyarlardı. Maç boyunca ayağına bir kez bile top değmeyecekse ‘futbolcu’ olmanın anlamı neydi ki?
Sultanbeyli’nin Battalgazi mahallesinde ara sokaklardan birinde hayata tutunmaya çalışan İrfan, bu durumu değiştirecekti. O şimşek gibi hareket edecekti. Mükemmel hesaplanmış sıçrayışlar yapacak ve topu ellerinin tam ortası ile yakalayacaktı. Topu muntazam yakalayacak, topla birlikte yere düşüşü çok daha muazzam olacaktı. Cumali dayısı ona krampon da alacaktı. Ve günün birinde -yeterince büyüdüğünde- ellerinde top yumuşacık çimler üzerine kapaklandığında on binler adını haykıracaktı.
İrfan dalgınlıkla içine düştüğü hayal aleminden uyandı. Şimdi doğru an diye geçirdi aklından. Bedeni dikleşti, sonra diz kırıp yaylandı ve en son ayak parmaklarıyla kendisini yukarı doğru itti. Asım’a o gol sevincini yaşatmayacaktı. Top yalpalayarak geliyordu. İrfan gözlerini topa kilitledi ve kollarını başının üzerine uzattı. Muntazam bir yakalayış ve topla birlikte yere muazzam bir kapaklanış… Herkes adını haykıracaktı. Top İrfan’a iyice yaklaştı, İrfan bütün kasları gerilmiş şekilde topa uzandı. Top parmak uçlarını sıyırıp geçerken sesler iç içe geçti ve dünya bir anlığına karardı.
Herkes adını haykırarak ona doğru koşuyordu.
-Oğlum iyi misin?
-İyi misin İrfan?
Asım’ın şutunu gören Muharrem topa doğru hamle yapmıştı, Sezai’nin tekmesi ile havaya uçmuştu ve istemeden de olsa İrfan’a dalmıştı. Bu sefer herkese adını söyletmeyi başaran İrfan yattığı yerden sordu:
-Golü kurtardım mı onu deyin hele.