İstanbul’da tünele doğru giderken sağ taraftaki bir hanın girişinde o kedileri gördüğünüzde ne düşündünüz ilk anda? Yol boyunca sıralanmış diğer hanlardan pek bir farkı yoktu sizin için. Ama hanın avlusuna girdiğinizde avlunun ortasındaki betona sere serpe uzanmış ya da oturmuş güneşlenen on beş yirmi kediyi gördüğünüzde şaşırmadığınızı söyleyemezsin. Yan taraftaki kafeslerin içinde tavuklar, bıldırcınlar, güvercinler… Ardından dikkatinizi bir şey daha çekti: Hanın avlusuna bakan yıkık dökük binaların pencerelerinde oturan yaşlılar. En az kediler kadar kımıltısız. Bekledikleri, umdukları hiçbir şey kalmamış yaşama dair. Yok; kedilere de bakmıyorlar, boşluktaki bir noktaya kilitlenmiş göz bebekleri. Filtresiz sigara içen birkaç yaşlının sigarasının hareketi de olmasa hepsinin kötürüm olduğunu düşüneceksiniz.
Dönüp kendinize bakıyorsunuz birden. Kim bilir kaç zamandır, bu toplu hareketsizlik eylemine katılıyorsunuz onlarla. Sizi dinlendirmesinin ötesinde –eğer varsa- aralarındaki ilişkinin sırrını çözmeye niyetlisiniz. Bedeninizdeki kıpırtısızlığınıza karşın beyniniz sürekli işliyor. Etraftaki esnaftan onların öykülerini öğrenmeye çalışıyorsunuz boş zamanlarınızda. Ama nafile; sanki hep orada, hep yaşlı yaşamışlar. Dükkânlardakiler sadece kuşlarla kedileri biliyorlar. Çoğu o metruk binalarda yaşayan birilerinin olduğundan bile habersiz.
Kuşlar bir Bulgaristan göçmenininmiş. Zaman zaman gelir bir kısmını götürür sonra yenilerini getirirmiş. Kedilerse hep buradaymış yaşlılar gibi, sayıları arta azala bu avlunun içinde yaşarlarmış senelerdir. Ama yaşlıları hiç tanımıyorlarmış. Zaman zaman erkenci bir esnaf ya da dükkânda iki tek atmaya kalan birileri koltuk değneğiyle dolaşan birilerini görmüşler. Bazen tek bazen iki koltuk değneği. Ama kaç kişi olduklarını hala anlayabilmiş değiller. Zaten hepsi birbirine benziyormuş sana söylediklerine göre herkesten kaçırdıkları yılgın bakışları ve partal giysileriyle.
Siz çözeceksiniz bu işin sırrını. Kararlısınız. Hanın dekorunun bir parçası da siz oldunuz son zamanlarda. Günde birkaç kez değişik zamanlarda baskınlar yapıyorsunuz adeta. Bir şeyler yakalayacağınız düşüncesiyle, heyecanınızı telaşınızı hissettirmemeye çalışarak. Kah termosunuzun kapağına boşalttığınız çayı yudumluyorsunuz tostunuzu kemirirken, çınarın dibinde, kah gazetenin sayfalarını karıştırıyorsunuz. Kimse yadırgamıyor sizi buralarda artık. Zaman zaman yarenlik etmek için gelenler de oluyor yanınıza. Ama siz dalgın bakışlarınız, düşünceli duruşunuz ve ısrarlı suskunluğunuzla onları uzaklaştırmayı başarıyorsunuz. Siz çözeceksiniz bu işin sırrını. Çözmeye başladınız bile. Artık ihtiyarları birbirinden ayırmaya başladınız.
İçlerinden en genci iki koltuk değneğiyle çıkıyor dışarıya sabahın erken saatlerinde. Dudağında filtresiz sigarası. Çok oyalanmıyor dışarılarda. Dönüp geldiğinde kediler sarıveriyor etrafını. Kedilerin coşkulu sesleri arasında bir kapıdan içeriye doluşuyorlar. Kapının nereye açıldığını bilmiyorsunuz. Şimdilik cesaretiniz yok arkalarından gitmeye. Kediler betonun, genç adam camın önündeki yerini almadan iki ihtiyar daha çıkıyor dışarıya. Uzaktan ikisinin aynı kişi olduğunu sanmak pekâlâ mümkün. Ama siz biliyorsunuz. Daha kapıdan çıktıklarında yürüyüşlerinden, bakışlarından, koltuk değneğini kavrayışlarından apayrı hatta birbirine zıt kişilikleri olduğunu düşünüyorsunuz. Onların evden çıkışlarını gördünüz ama dönüşlerine hiç rastlayamadınız daha. Ama bir gece karşıya gitmeyip burada kalacak onu da göreceksiniz. İlk geldiğiniz günlerde günün herhangi bir saatinde pencerenin önünde otururken görüyordunuz bu ikisini de diğerleriyle birlikte.
Diğer yaşlı adamın bakışları o takılıp kaldığı noktadan kedilerin üzerine çevrildi birkaç gündür. O donuk bakışlarda şimdi hüzünlü, düşünceli bir şeyler var. Sanki olacak bir şeyleri biliyormuş da bir şey yapamıyormuş gibi. Kaygıyla izliyor kedileri. Kediler de bu durumun ayırdında. Artık ne eskisi gibi güneşe sırtlarını verip güneşleniyorlar kaygısızca ne de olağan ziyaretçilerinin fotoğraf makinelerine o kurumlu pozlarını veriyorlar. Sık sık bakışları yaşlı adamın gözleriyle buluşuyor, avlunun kuytu köşelerinde acı acı miyavlıyorlar.
Ne kadarını çözdünüz? Biraz acele edin. Yaz bitiyor. Artık eskisi gibi sık gelemezsiniz buraya. Hem gelseniz de… Neyse işte; biraz acele edin siz yine de. Bir şeyler olduğunun farkındasınız. Her ne kadar hazır bir cevabınız olmasa da; yaşlı adamın son günlerde dışarıda daha çok kaldığı gözünüzden kaçmadı. Onun bu yolculukları eskisi gibi yalnız değil. Her seferinde kedilerin biri ikisi onunla gidiyor. Size sanki hep aynı kediler gibi geliyor. Yaşlı adamlara dikkat kesildiğinizden kedileri ayıramıyorsunuz.
Birkaç gündür yoktunuz ortalıkta. Burnunuzun ucundaki kızarıklıktan anladığıma göre üşütmüşsünüz biraz, geçmiş olsun. İstanbul’un havası çarpar insanı bu mevsimde. Hele de geceleri. Keşke yanınıza kalın bir şeyler alsaydınız o gece. Sahi bir şeyler öğrenebildiniz mi bari? Ama keşke dün akşam burada olsaydınız. Yaşlı adam dün sabah yanında kedilerle çıkıp gitti son günlerdeki gibi. Akşamüzeri on yaşlarında bir çocuk elinde iki koltuk değneğiyle içeri girdi şu kapıdan. Sonra da kaçarcasına koşarak gitti. Diğer iki adamın bağırışları sokağın başından bile duyuluyordu. Bir süre sonra ikisi de ellerinde küçük birer çıkınla koltuk değneklerine yaslanıp gittiler.
Dünden beri ıpıssız han, çıplak ağaçlardan başka bir şey kalmadı avluda.
Yüreğine sağlık. Gittim, oturdum oraya ve izledim olan biteni.
Ne yazık ki öykü gerçek oldu, handa artık kediler yok…
İstanbulun havası, İstanbulun kedisi, İstanbulun hanları ve o hanların kimseleri. Hepsi gözümün önünde şimdi. Teşekkürler.
Sizin öykülerinizi ayrı bir zevkle okuyorum hep. 🌼 Çok güzeldi.
Son beş altı aydır ben de bu yaşlılar gibiyim sanki. Üstelik içtiğim sigaram da yok…