“Ben uzaktan geldim. Uzaktan bildiriyorum,” dedi televizyondaki adam. “Ya da uzaydan,” diye devam etti. Sonra adam “Bu şehir metal gibi kokuyor”, dedi. “Terle karışık”, diye cevap verdi yanındaki kadın. Tuhaf bir surat ifadesi takınmasına rağmen çekici görünüyordu. Küçük bir kafası ve çıplak omuzlarına düşen sarı bukleleri vardı. Ya da adamın kafası büyüktü, bilemiyorum. Kadın hep görmek istediği kuzey kutbunu anlatmaya başladı ve kaşlarının arasındaki boşluk kadar büyük adaları. Birden sessizleşti ve gülerek “Şimdi tepemizde asılı duran dolunayı bile göremiyorum,” dedi. “Şimdi de yosun kokuyor,” diye cevap verdi televizyondaki adam. Koku önemli dedim içimden. Saatime baktığımda sabah üç civarıydı. Kanalı değiştirdim. Schaub Lorenz marka, küçük, gri bir televizyondu. Babaannem öldüğünde o evden bir tek bunu aldım. En çok bu televizyonu seviyordu çünkü. Bir süre çatlaklarından çıkıp parlak beyaz ışığın altında güneşlenen kertenkeleleri izledim. Odadaki yoğun sigara dumanı gözlerimi yaşarttı. Kucağımdaki koyu gri yemek tabağını sehpaya bıraktım. Griyi seviyorum dedim içimden. Kalkıp pencereyi açtım. Cama vuran yapraklar siyah kadifeden, ağır bir örtüyle kaplanmış gibi görünüyordu. Sokak lambalarının ışıkları ta uzakta dizili inciler gibi parlıyordu. Hafifçe esen rüzgara bir süre yüzümü tuttum ve pencereyi kapattım. Koltuğuma geri dönüp kanalı değiştirdim. Tahtadan bir iskeletin üzerine kaz ayağı desenli minderler yerleştirilmiş bir koltuktu. İssskandinavv, dedim içimden. “Ve senin yüzüne düşkünüm, evet!” dedi ekrandaki yakışıklı adam. “Dolunay kadar beyaz yüzüne,” diye devam etti. Ne çok dolunay duydum dedim içimden. “Bileğime kadar çamura battım şimdi ve çamur içime bıraktığı larvalarla dolu. Bir faşist gibi beynimin içinde dolanan lanet olası larvalarla!” diye haykırdı adam. Faşisti yanlış duymuş olabilirim. Yakışıklı adam bir nefes aldı ve alaycı bir gülüş takındı. “Zaten herkes bir diğerinin faşisti”, dedi kadına ve devam etti. “Hansel ile Gretel gibi, dolunayda tüm körler gibi.” Faşisti doğru anladığıma hala emin değilim. Yine dolunay dedim içimden. Yakışıklı adam gitmeye karar verdi. Fonda insanın içini kemiren bir müzik vardı. Kadının gözleriyse o an mavi bir bilardo topuna benziyordu. Abartılı buldum ve bir süre televizyonun kenarında duran sineği izledim. Bir ağa takılmış gibiydi. Yapışmış gibiydi. Sineği o an elime alsam sümük gibi uzayacak gibiydi. İstifimi bozmadan sehpada duran peçeteyi aldım, yuvarlayıp sineğe doğru attım. Sinek cama doğru uçtu ve akışkan adımlarla pervazda yürümeye başladı. Sinekler gibiyiz dedim içimden. Her gün gri bir kursun üzerinde yürüyen dev sineklere benziyoruz. Kanalı değiştirdim. Uçurtması çatıya takılan bir çocuk aniden ağlamaya başladı ve bir süre sadece ağladı. Televizyonu kapatıp yatağa geçtim.
YAZAR HAKKINDA
Gizem Akın
Bana bu kimliği yaz deseniz, birinci tekille yazılmış sıkıcı bir durum öyküsü yazarım. Anlat deseniz, anlatamam.