Karşıdaki sayısız pencerelere, önündeki kurumuş ağaca değin uzanabileceğini bilmiyorum elimin. Belki de gerilmiş ipe değin. – Tezer Özlü
Kalabalık, çığlıklar. Gecenin engin sessizliğinde, kalabalık sokakların çığlıklarında boğuluyorum. Ruhum bu yükü taşıyabilir belki; ama kollarım bu kadar ağır mıydı bedenime? Kente bakıyorum. Sessiz. Soğuk. Bitişik evler hep. Ne kadar da meraklıyız kıç kıça yaşamaya. Ağaçsız, havasız, birbirimizin o mutsuz suratlarını görerek, her gün aynı sıkılmış işlerimize gitmeye. İçimizdeki mutsuzluğu yaşadığımız kente de bulaştırdık. Binalara. Renklere. Bir kent soğuyunca, mutsuz olunca tüm dünya mı üşüyor acaba?
Zaman hiç geçmiyor. Kafamı yorganın altından çıkaramıyorum. Kalkıp ulaşabilsem masama, yazabilsem.
Omuzlarıma ağır gelen bu yükü yazarak, okuyarak, daha çok yazarak atabilsem. Kalabalıklar aşağı çekiyor beni.
Göz kapaklarım rüzgârın hafifliğine yeniliyor. Şimdi kafamla birlikte tüm bedenim yorganın altında sanki
Yüzünü göremiyorum. Gövdesi hep karşımda. Yıllardır. Elindekini okuduğuna inanmıyorum. Okuyormuş gibi yapıyor. Ben kente bakarak geçmişimden sıyrılmaya çalışıyorum. O okuyarak ya da okuduğunu sanarak geçmişine gidiyor. Sıyrılmıyor. ‘Tanrı’nın eli hala bu kentte.’ Böyle söylerdi babam. Ben inançlarımı sorgulamaya başladığımda.
Kalabalık kentlerde, insanlar akar, araçların gürültüleri, trenler, uzun yollar.
Uzaklarda bir gemi olabilir belki. Hiç gemiye binmedim ben. Gemi deyince filmlerde gördüklerim gelir hep aklıma. Batan gemiler, çığlıklar, dalgalar ve ölüm ve soğuk su. Her yer kıpkızıl. Gemi kente yakındır belki. Karanlık bir yerlerde uçuyorum. Ağaçların arasında o beliriyor. Ona doğru gitsem tutacağım. Başım dönüyor. Gitmiyorum. Başımın dönmesi devam ediyor; ama ona dönmüyorum. Ağaçların arasından koşuyor bana. Gelme diye bağırıyorum. Sesim duvar oluyor önüne. Bir adım daha yaklaşamıyor bana. Başım hala dönüyor. Ne zaman başladığını hatırlayamadığım baş dönmelerim; ama ona dönmüyorum. Yalvarıyor. Ağlıyor. Ağırlığını başka kadınlara yüklemekten çekinmeyen bir canavara dönüşüyor karşımda. Yıkamadığı duvarın arkasında, hep ağlıyor.
Kuyu çıkmak içinmiş. Sessizlik bağırmak için. İçinden çıkamayacağı kuyuya doğru düşüyor. Duvarın arkasında. Ağlamaları bağırmalara dönüşüyor. Bağırmaları yok oluyor sessizlikte. Yok oluyor duvarın arkasında. Ruhumda. Yorganın altında kalacağım hep. Apartman boşluğunu andıran geçmişimle. Göğsünü okşadığı kadınların memelerinden süt gelmiş midir? Çok uzun yolum var daha. Buraya gelmek için çok yol kat ettim. Dönmeye halim yok hiç.
Bütün gövdem uyuşmaya başladı. Her yanıma yayılıyor bu uyuşukluk. Parmaklarımın ucuna değin.
Hissizlik belki. Hiç yaşamadığım bir duygunun var olması gibi. Ne yapacağımı, nasıl yaşayacağımı bilmiyorum; ama çok hoşuma gidiyor. Ayağa kalksam yere düşeceğim. Hiçbir yanım tutmayacak. Çocuklar oynuyor. Sesleri bana kadar geliyor apartman boşluğundan. Hava soğuyor bir anda yorganın altında üşüyorum. Bir el boğazıma yapışmış bırakmıyor. Titriyor ve boğuluyorum. Çocuklar oynuyor hala. Duymuyorlar beni. Üşüyorum. Yorgan ısıtmıyor. Sayı sayıyorum. Hiç olmuyor. Sonu gelmiyor. Çocukların sesi kayboluyor. Kızıyorum. Gömüyorum hepsini oynadıkları yere. Bu ikilem beni delirtecek. Bu sesler, bu kent, bu karanlık. Her şey yük oluyor bana.
*Öyküdeki bazı cümleler alıntıdır.
Yorganın altından çıkamamak, çıkacak gücü bulamamak. Çok güzel anlatmışsın, eline sağlık.