Yazmak istediğini değil de senden isteneni yazmaya çalışırken daha da çok yanlış yapıyorsun. Düşünceler ardı ardına üşüşmeye devam ederken harfleri birbirine karıştırıyor, daha yavaş yazıyorsun. Parmakların tuşlar üzerindeki yolunu karıştırdığında kolundaki fil desenli yedi bileziğin çıkardıkları sesin yarattığı kakofoniyi fark edip hışımla sıyırıp çıkarıyorsun. Faydası yok. Harfler iyice birbirine karışmaya başladı. Halbuki aklın biliyor yerini, gözün kapalı bile yazardın eskiden. Tuşlara dokunuşunun sesi bilinmeyen bir müzik parçasına dönüşürdü. Genç kızların ellerini usulca çırptıkları zaman başlayan dansın neşeyle ivmelenir, tüm başlar sana dönerdi. Kasıklarından doğan sıcaklık yanaklarını pembeye boyar, parmak uçlarından havaya yayılırdı. Şimdi şu haline bak, hızlı yazmak yanlış dolu, yavaş yazmak kısır. Kasıklarında bir gerginlik.
Kasıklarımdan başlayıp bedenimin her yerini kaplayan, o his ne zamandır yoklamıyor beni. “Acaba,” diyerek nefesimi tutmayı bırakıp karnımın derinliklerini araştırmaya başladım. Ne çabuk karar veriyor beden. Ne kadar hazırlıksızmışım! Şu anda olduğu gibi nefesimi karnıma indirememiştim. Yüreğim sıkışmıştı. Gözlerine baktığımda sadece dumanı gördüm, sadece duman. Gözümün önünde nehir kenarında yığılmış odunlar üzerindeki bir beden. Usul usul tüten dumanlar beyaz örtüyü neredeyse kapatmak üzereler. Odunların arasından cılız bir kızıllık yükseldi, dumanları aştı, tüm gökyüzünü turuncu kırmızı bir ışık kapladı. Çok geç! Geriye kalan buz gibi, sessiz bir boşluk.
Bütün yarışmalardan çekil.