İncelemeler

“Her Şeyin Sonundayım” Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları

“Belki de ben bugün ilk defa her şeyin sonundayım. Gene bir yığın günler geçip gidecek ve ben kendime, işte bugün ilk defa her şeyin sonundayım mı diyeceğim? Korkuyorum. Korkuyorum. Korkuyorum.”  ~1966

Tezer Özlü; ruhumun dehlizlerine cümlelerini birer elmas gibi kakmış sevgili kadınlardan biri… Mine Söğüt, Birhan Keskin, Bengi Gezgin, Aslı Erdoğan, Umay Umay gibi her bir kelimesine kalbini vermiş bir kadın.

Bu kitap Tezer Özlü ve Ferit Edgü’nün ruhsal yolculuğunun bir parçasına bulaşmamıza imkân tanıyor. 1966’dan 1985 sonuna kadar, 19 yıllık paylaşıma ışık tutuyor. Mektup türündeki kitaplarının çoğunun aksine bu kitapta iki yazarın da mektupları mevcut. Ancak her mektubun karşılığı olacak şekilde değil. Daha çok Ferit Edgü’nün mektupları eksik.

2009’un Aralık ayında Ferit Edgü’nün önsözü ile sunulan kitap Özlü’nün ablası Sezer Duru’nun izni ve aile arşivini açması ile bizlerle buluştu. Kitapta 40 mektup yanında Tezer Özlü’nün zaman dizini ve farklı yıllarda çekilen fotoğrafları da var.

1966 yılının sonbaharında yazılan ilk mektup şöyle başlıyor;

“Sen trendesin şimdi. Ben de oturuyorum burada. Saat 12’ye geliyor. Gecenin bu saatlerinde insanlar kısıyorlar seslerini. Sessizlik bürüyor ortalığı. Ben de daha iyi duyuyorum dinlediğim müziği. Daha çok yitiriyorum düşüncelerimi. Olmayan düşüncelerimi. Uyuyabilmem için hiçbir neden yok.

O yıllarda 24 yaşında olan Tezer Özlü’nün psikolojik rahatsızlığının izi mektuplarında da kendisini belli ediyor.

“… çünkü uyuyan ve yemek yiyen ben değilim,” diyor; diğer taraftan eşiyle olan anlaşmazlığı, yalnızlığa ihtiyacı, yalnızlıktan korkuşu, kendisine karşı kendisinin bir tehdit oluşu, insanlardan soyutlanışı ve inadına insanları arayışı, satır aralarından sızıyor.

Ferit Edgü’nün bu yıllardaki mektupları yok; ancak Tezer Özlü’nün Onu zihinsel bir tutamaç olarak gördüğü, Edgü’nün de Özlü’yü hiç bırakmamacasına tuttuğu çok belli.  Öyle ki Özlü Ona şöyle yazmış;

“Ben en çok seni kavrayabiliyorum. Nasıl anlatayım. Senden başka hiçbir insanı tam anlamıyla, bütünüyle kavrayamıyorum. Öykülerini ve çevirilerini ve yazılarını da iyi anlıyorum. Diğer kişilerle aramda hep bir boşluk kalıyor, Demir’le bile… (ağabeyi) Galiba en çok da seni seviyorum.” 

Bu sevgi, romantik bir sevgi değil. İki taraf içinde… Hiçbir zaman da olmamış. Tam anlamıyla bir ruh yoldaşlığı.

Tezer Özlü’nün kürtaj olması, boşanması, kliniğe yatması, hayata tekrar karışması, İstanbul, Ankara, Zürih arasında yolculukları, tekrar evlenmesi, kızı Deniz’in dünyaya gelmesi… Ve artık 36 yaşındayken ilk kitabının yayınlanması… 1978 tarihli “Eski Bahçe” Hepsi bu mektuplarda. 1980 tarihinde ise o acılı kalbindeki katranı kustuğu “Çocukluğun Soğuk Geceleri”

Ferit Edgü kalemiyle, kelimeleriyle hep yanında; ancak kitapta yayınlanan ve bizim okuyabildiğimiz ilk mektubunun tarihi 1984. Kanlıca’dan yazıyor ve şöyle başlıyor…

“Sevgili Tezer,
‘Bir intiharın izinde’ yürüyorum on gecedir. 

Bu, müthiş bir kitap. Çok müthiş bir kitap. Yıllar var ki böyle bir kitap okumadım. Bana gençlik yıllarımda, Rimbaud’yu, Lautreamont’u daha sonra Kafka’yı, Rilke’yi, Hölderlin’i keşfettiğim günleri yaşattı. Çok ender yaşanılan kimi aşklar gibi… 

Eski aşklara dönemezsin; ama eski kitaplara dönebilirsin. 

İlk kez, yıllar var ki ilk kez, bugüne değin okumadığım bir kitap, yeni bir kitap, daha kitap bile olmamış bir metin, bende böyle duygular uyandırdı.”

Bahsettiği kitap, 1984 tarihli ‘ Yaşamın Ucuna Yolculuk’ isimli kitap. Özlü, kitabı 1981 yılında yazmaya başladığında adını ‘Bir İntiharın İzinde’ olarak belirlemiştir; ancak Edgü metni okuduktan sonra Ona şöyle yazar;

“İçine sıçayım edebi türlerin. Romanın. Öykünün. Şiirin. İçine sıçayım. Bana yaşamın ucuna yapılan yolculuklar gerek. Bu yolculuğun türü olur mu? Kitabına ne güzel yakışırdı: Yaşamın ucuna yolculuk.” 

Tezer Özlü’nün kitapları gerçekten de hiçbir türe giremeyecek kadar özgündür. Neredeyse salt bilinçakışı denebilir. Böylelikle kitabın adını Edgü yeniden koyar. Ve kitabın basımını üstlenir; ancak baskıda sorun oluşur çünkü Özlü’nün düzeltmeleri eline geç ulaşır. Daha önce bu konuda konuşmadıkları için de Özlü’nün herhangi bir düzeltme yapmayacagını düşünen Edgü 3.000 kitap basar. Düzeltmeler eline geldiğinde ise; “Beynimden vurulmuşa döndüm. Hatalarla dolu bir kitabı yayınlayamam, meğer virgülle bile benim uğraşmam gerekirmiş, bu kitapları kalorifer kazanında yaksam daha iyi,” der.

Edgü işinde titizdir; fakat bu tavır daha çok Özlü’ye duyduğu alakadan ileri gelmektedir.

Başka bir mektubunda da; “Kitap bu yanlışlarla çıksaydı çıldırırdım. Çünkü herhangi bir kitap değil,” yazmıştır.

Kitaplar basılır, Edgü Zürih’e 5 adet gönderir; ancak kitaplar postada kaybolur. Edgü bunu Kafka’nın hayaletine bağlar. “Demek Kafka’nın dediği gibi yolda hayaletler okumuş Yaşamın Ucuna’yı… Kafka’nın sözünü ettiği hayaletler bu kez demek mektupları değil bazı kitapları da yok ediyor.”

Mektuplarda Kafka başta olmak üzere sevilen yazarların vurgusu çok fazla… Örneğin Tezer; Robert Walser çevirileri yapmak istediğinden bahsediyor ve yazarı şöyle tanıtıyor: “İsviçre edebiyatının bence en önemli yazarı. Tam bir Kafkaesk korku ve Dostoyevski yüreği ve zaman zaman Gogol acı humoru taşıyan bir yazar. … Üstelik Kafka, Walser’i çok severek okumuş.”

Pavese, James Joyce, Peter Weiss, Handke, Canetti, Bernhard, Svevo mektuplarda ismi çoklukla geçen yazarlar. Edgü ve Özlü’nün paylaşımlarında yazarlık, çevirmenlik, yayıncılık yanında, sıklıkla içsel paylaşımlar, aile yaşantıları, kızları Esma ve Deniz’e dair konular, az biraz dedikodu da var.

1966-1968 yılları arasında ciddi ruhsal sorunlarla uğraşan Tezer Özlü 1984’ün sonlarına doğru Zürih’te hayatla daha iyi başetmeye başlıyor; ancak o sıralarda Edgü hayatını sorguladığı bir döneme giriyor. Kanlıca’daki yalısını satıyor ve Bahaviya, Japonya, Çin… gezmek istiyor. “Kabuğumdan çıkmak istiyorum. Buna son defa ihtiyacım var. Sonra yeniden dönebilirim kabuğuma. Değişmiş olarak.”

Tezer Özlü de ona “Yalıya karşılık bir dünya satın alıyorsun, ne güzel…” diyor.

Aynı mektupta; “İlk kez sevgi içinde yaşıyorum ne geçmişi ne de geleceği düşünmüyorum, tabii geçmiş düşünmeden de etkisini duyuruyor, ama silik anılar biçiminde, güzel resimler biçiminde. Değişmeyi yaşayabildiğim için mutluyum,” diyor Tezer Özlü.

1985’in Şubat ayında Ferit Edgü’ye akciğerlerdeki bir sorundan ve kolesterolden dolayı içki-sigara yasağı ve diyet veriliyor. Edgü de doktora “Düzüşme konusundaki görüşleriniz ne?” diye cevap verdiğini yazıyor. “Bu konuda da bir şey diyemedi, siz bilirsiniz demekle yetindi. Böyle olunca, sağlık açısından tasalanacak bir şeyim yok demektir,” diyor.

Bu mektuba cevap olarak Tezer Özlü de ona “Doktorlar konusunu sen açtığın için…” deyip sol göğsündeki şişlikten, kanser olma ihtimalinden söz ediyor. Ve kontrollere gitmeyi reddettiğini söylüyor.

“Ben doktorlara gitmediğimden bu yana akılca sağlığıma kavuştum. Beni düşünemez duruma getirmişlerdi. Şimdi bir kere uğruyorsun hemen kesecekler… Kendilerini kessinler, beni asla, öleceksem de ne nedenle öldüğümü bile bilmek istemiyorum, taş devri insanı gibi ölmek istiyorum. O da benim seçeneğim.”

11 Şubat 1985 tarihli bu mektuptan uzun bir zaman sonra gelen Ferit Edgü’nün 28 Kasım 1985 tarihli mektubu var.

“Tezer canım, aylardır yazamadım sana bağışla. Sana yazacak o kadar çok şeyim vardı ve onları yazmak gücünden öylesine yoksundum ki, hiç yazmamayı yeğledim. Hatta telefonda bile sesini duymak istemedim. Sezer ve Demir biliyorlar, hastalık haberini aldığım günün akşamı yatağa düştüm. Ve iki gün yataktan kalkamadım. 

Sevdiklerimin, özellikle hiç beklemediğim bir anda aldığım kötü haberlere bedenen dayanasım yok.” 

Ferit Edgü, Özlü’nün gerçekten kanser olduğu haberini aldığında tamamen dağılmış. Bu tip bir durumu daha önce çok eski bir arkadaşının hastalık haberini aldığında da yaşadığından bahsediyor; ancak o hastalık hali birkaç gün sürerken Tezer Özlü’nün haberini almasının ardından neredeyse 9 ay kadar yazamamış ona. Bunda, kitabına verdiği ‘Yaşamın Ucuna Yolculuk’ ismi fikrinin bir tür uğursuzluk getirdiğine dair inanışı ve kendini suçlaması yatıyormuş. Bu uzun sessizliğin ardında, daha önceki mektuplarında yavaş yavaş geliştiği görülen sıkıntılı halin etkisi de var gibi.

“Ruh sağlığım hiç yerinde değil. Keyfimin yerinde olması içinse hiçbir neden yok. Eski günlerdeki gibi çok içiyorum. Sabahları, yüzüm gözüm davul gibi şişmiş uyanıyorum. Yazmıyorum. Ya da yazamıyorum. Dosyamda birikmiş yazıları taslakları bile gözden geçirip yayımlamak gelmiyor içimden. Tükenmiş kitaplarımı bile yeniden basılı görmek istemiyorum.”

Ferit Edgü kendisine madem yazamıyorsun öyleyse oku dediğini ve Canetti ile Bernhard okumaya başladığını anlatıyor. Bir kez daha yazmamanın, yazamamanın yazılabileceğini görüyor. Yazı masasına oturup bir sayfaya, ‘yaz yaz yaz yaz ma ama ma maaamamaamaaa yazaaaammamaaa’ yazmaya başladığını ve böylelikle tekrar yazmaya döndüğünü anlatıyor.

“Her yazıya başlayışta yazmayı yeniden öğrenmek zorunda olmak… Ne güç!”

Ne hoş bir tanımlama… Kaybettiğini düşündüğün bir şeyi yerine koyma çabası elbet zor. Yine de zorluklarla baş etmeden de ayağa kalkamıyor insan.

Beylerbeyi’nden yazdığı bu mektubun sonunda Tezer Özlü’yü bahar sonu yaza doğru Bodrum’a davet ediyor, beraberce temiz bir soluk almak için. Ve… Nice yazlardan sonra ‘ilk mektubum’ artık ardı kesilmez dese de bu mektup Ferit Edgü’nün son mektubu.

Bu mektuba cevap olarak yazılan mektubun tarihi 9 Aralık 1985. Bu mektuptan iki buçuk ay kadar sonra Tezer Özlü hayatını kaybediyor.

Ferit Edgü, ardı arkası kesilmez artık dediği mektupları yazamıyor, Bodrum’da o temiz soluğu beraberce alamıyorlar…

O mektubu yazmak için iki buçuk ay daha bekleseydi, hiç yazamayacaktı… Söylemek istediği şeyleri söyleyemeyecekti. O mektubun izi zihninde sürekli tekrar edip duracaktı belki de…

Son mektupta Tezer Özlü’nün ‘artık’ hayata tutunma çabası içinde olduğunu görmek de çok acı…

“Benim artık hasta olmamaktan başka isteğim yok.”

Daha önce reddedeceğini söylemiş olsa da ameliyat olduğunu, kemoterapiden saçlarının döküldüğünü anlatmış; çünkü her şeyden önce o bir anne… Kimse için olmasa da çocuğu için hayata tutunmak zorunda… Deniz’in hep pop müzikle meşgul olduğunu, buz patenine gittiğini, kendince bir dünyası olduğunu anlatmış ve üçüncü eşi olan Hans Peter’in her şeyi olumlu gördüğünü söyleyip onun ‘güvenilecek bir yakın’ olduğunu yazmış.

“Hans Peter çok iyi bir insan. Ben ve Deniz’e bakıyor. Para kazanıyor, sıkıntımız yok.”

Muhtemelen, gerçek babası olmasa da ona çocuğunu emanet edebileceğini düşünmek içini rahatlatıyordu.

Ve son cümlelerinde de şöyle diyor;

“İşte sevgili dostum, yeniden dünyaya geldim, yeniden alışmaya çalışıyorum.

İyiyim, sizleri görünce daha iyi olacağım.”

Hayattayken üç kitap yayınlanmış olan Tezer Özlü’nün vefatından sonra “Eski Bahçe” kitabına eklemek için yazdığı yeni çalılar Sezer Duru ve Ferit Edgü ile birlikte kitaba eklenmiş. “Eski Bahçe, Eski Sevgi” ismi ile okumak mümkün.

Ayrıca yazılıp bir kenara konulmuş yazılar da “Kalanlar” ismi altında kitaplaştırılıp okuyucu ile buluşturulmuş. Gazetelere, dergilere yazılan yazılar “Yeryüzüne Dayanabilmek İçin” çatısı altında toplanmış ve son olarak da Tezer Özlü’nün bir senaryo olarak yazdığı “Zamanın Dışı Yaşam” yine ablası Sezer Duru’nun çabaları sayesinde kitaplaştırılmış. Tüm kitapların basımı o dönem Ferit Edgü’nün Ada Yayınlarından çıkmış.

Hastalığında yataklara düşen Ferit Edgü, ölümünün ardından ne yaşadı acaba? Bana öyle geliyor ki; Sezer Duru ile birlikte el ele verip tek bir cümlesinin bile yok olup gitmesine izin vermemişler. Böylece kendileri de göçüp gittikten sonra Tezer Özlü’nün okuyanlarının zihninde hala yaşamaya devam edeceğini garantilemişler. Sanki ancak böyle dayanabilmişler, yokluğuna… Ve 2003 yılında “Tezer Özlü’ye Armağan” kitabını hazırlamışlar.

“Hep genç kalacak bir yazar üzerine, yaşarken ve ölümünden sonra yazılanlar ve onun fotoğrafları… “ diyor kitabın tanıtım yazısında.

Eski eşi Erden Kıral’ın yönettiği, senaryosunu Yılmaz Güney’in yazdığı o çok tartışmalı “Yolda” filminde de varmış Tezer Özlü…

43 yaşında, belki de kendisini daha yeni tanımış, içindeki dalgaları daha yeni dinginliğe kavuşturmuşken hayattan kopup giden bir can.

İyi ki yazmışsın Tezer… Her şeye ve herkese rağmen…
Bana da dokundun işte.

“Neden yazılır? Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. Ama insan bir kez bu zavallılıktan sıyrılmaya görsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazı yazılır. (Ya da kendi kendine kanıtlamak için). Çünkü, insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar.”  ~Yeryüzüne Dayanabilmek İçin

Dayanabilmek için yazmaya devam. Dayanak olmak için yazmaya devam…

 

Gizem Ozan Aslan

En sevdiği çiçek yasemin olan kadın, gecenin sessizliği içinde yazıyordu. Yarayı ve izi… Zamanı ve yansımayı… Bazı kelimelere fena takıntılı, karakterleri hezeyanlı, deliliği düş ile değiş tokuş ediyordu. Kendini bildi bileli…

YAZAR HAKKINDA

Gizem Ozan Aslan

En sevdiği çiçek yasemin olan kadın, gecenin sessizliği içinde yazıyordu. Yarayı ve izi… Zamanı ve yansımayı… Bazı kelimelere fena takıntılı, karakterleri hezeyanlı, deliliği düş ile değiş tokuş ediyordu. Kendini bildi bileli…

Bir Yorum Yazın

+ 11 = 21

2 Yorum

  • Bana yazarların birbirleri ile mektuplaşmaları her zaman ilginç gelmiştir. Edebiyat tartışırken hayallerini, hayata nasıl baktıklarını da tartıştılar. Kitabı ben de okumaya başladım. Ferit Edgü önsözde yakınları üzmemek için bazı mektupları imha ettiğini söylüyor. Demek ilişkileri anlatılandan daha derindi.