Hedefim, kırk dört yaşında, erkek. Boğazına kadar rüşvete batmış bir bürokrat. Ölmesini isteyen hatırlı kişiler var. Parası olan, güçlü insanlar. Çoktan kalemi kırılmış. Biraz önce Volkswagen marka özel aracıyla yürüyüş ve sabah sporu yapmak için parka geldi. Arabasını yine aynı yere park etti. Girişteki ıhlamur ağacının altına… Her sabah saat tam yedide, spor ayakkabıları, siyah eşofmanı ve gri renkli yarım kollu fanilasıyla bu parka geliyor. Onu uzun zamandır takip ediyorum. Hafif tempoda koşuyor arada bir durup kollarını denizde yüzüyormuşçasına önce öne sonra arkaya doğru sallıyor. Her sabah sıkılmadan aynı hareketleri yapıyor. Koşuyor, kulaç atıyor, sonra tekrar koşuyor. İnsana sıkıntı veren, yüksek binalarla çevrili bu parkın içinde bir çemberin etrafından beyhude dönüyor. Günlük hayat rutinlerine kendini kaptırmış zavallı bir adam. Hayatının benim için hiçbir değeri yok. Birkaç ay olmadan unutulup gidecek. Sanki bu dünyaya hiç gelmemiş gibi… Başına geleceklerden habersiz egzersiz yapıyor. Her insan gibi bu dünyaya kazık çakmanın peşinde.
Dürbünümün görüntülediği dairesel alanı, yatay ve dikey olarak keserek dört eşit parçaya ayıran hedef işareti şimdi onun üzerinde. Bu işaretin kesiştiği noktayı adamın başına hedefliyorum. Kafasından ne düşünceler geçiyor, merak ediyorum. Kafasına nişan alınmış bir adam ne düşünür acaba? Karısını mı düşünüyordur? Ulus’ta ev kiraladığı metresini ya da? Olabilir, canlı bir hedef olduğunu bilmiyor ne de olsa, bilse daha derin konularda düşünürdü. “Bu dünyadaki varoluş amacımız ne?” ya da “özgür irade, kader gibi kavramlar ne ifade ediyor?” gibi sorular sorardı kendine.
Dürbünüm bir keskin nişancı tüfeğine bağlı. Heckler & Koch HK417 model Alman malı bir piyade tüfeği. Diğer tüfeklerin aksine kabzası ve şarjöründe alüminyum yerine polimer kullanılmış. Namlusu 20 inç. Tam otomatik, dakikada 600 mermi atabiliyor.
Disiplinsiz davranışlarımdan dolayı Üsteğmen rütbelerim sökülüp askerlikten atıldığımdan beri hayatımı sürdürebilmek için çeşitli işler denedim. Birkaç güvenlik firmasında çalıştım. Hiçbiri bana göre değildi. Sorunlarım vardı. Düzenli geliri olan işler sıradan insanlar içindir. Ben macerayı seviyorum. Az çalışıp çok kazanmak istiyorum. Belli bir hayat standardını korumam gerekiyor. Pahalı fahişelerle birlikte oluyor, pahalı içkiler içiyorum.
Uluslararası bir şirkete ait olan bir plazanın terasındayım. Hava aydınlık, serin. Gökyüzünde yer yer gri bulutlar var. Böyle havaları severim nedense… Köpeğimi alıp sahilde gezdiririm sonra bir kafeye oturur filtre kahve içerim, gazete okurum belki; ama önce bana verilen işi bitirmem gerekiyor. Tüfeğimin dürbününden hedefimin tüm hareketlerini izlemeye devam ediyorum. Bir sonraki hareketini, vücudunun alacağı duruşu önceden tahmin edebiliyorum. Onun vücudu artık benim vücudum. Nefes alış verişlerimiz senkronize olmuş, nabız atışlarımız bile aynı hızda seyrediyor sanki. Beklenmedik bir hareket ya da öngörülemeyen bir müdahale başarılı bir atış yapmama engel olabilir. Başarılı bir atış ölümle sonuçlanan bir atıştır. Ölüm ise bir canlının yaşamsal faaliyetlerinin kesin olarak sona ermesidir.
Eskiden beri çok çatışmada bulundum: Hakkâri, Şırnak, Diyarbakır’da. Çok insan cesedi gördüm. Mermiyle kafası uçurulmuş, mayında parçalanmış, yanmış, boğulmuş, çeşit çeşit, onlarca yüzlerce ceset… İnsan öldüğü zaman vücudu neler salgılıyor bilemezsiniz. Salya, sümük, idrar, dışkı… Nelerle karşılaştım bir ben bilirim. Belki inanmayacaksınız ama bir teröristi ölü olarak ele geçirdiğimizde, adamın şalvarında meni lekelerinin olduğu fark ettik. Bu lekeler herif öldükten bir ya da iki saat sonra oluşmuştu. Yani herif öldükten sonra boşalmıştı. Yalnız yüzünde o mutlu gülümseme yoktu, onun yerine korkunç bir ifade vardı. Hala bazı geceler o yüz rüyalarıma girer.
Ölümü kavramak için insan vücudunu iyi tanımak gerekir. Ben çok iyi bilirim insan vücudunu, pahalı fahişeleri de bu yüzden severim. İnsan vücudu fiziksel ve kimyasal yapılardan oluşan bir sistemler bütünüdür. İnsanın varlığını sürdürebilmesi ve soyunu devam ettirebilmesi için vücudundaki bu öğelerin birbiri ile uyum içinde çalışması gerekir. Ama bir mermi kafanızı delip geçtiğinde, beyniniz yapması gereken işleri yapamaz; çünkü kafanızın içinde beyinden pek bir şey kalmamış olur. Ya da hayalarınızın dibinde bir mayın patladığında soyunuzu devam ettirebilmeniz pek mümkün değildir. İnsan öldürmek istiyorsanız önce insan vücudunu iyi tanımalısınız. Bu en önemlisidir. İnsan vücudu hücrelerden oluşur. Hücreler birleşerek dokuları, dokular birleşerek organları oluşturur. Organlar vücudun işlevsel birimleridir. Fizyolojik olarak aynı işlevi gören yapısal organlar, sistemleri meydana getirir. İnsan vücudu bir makineye, söz gelimi bir keskin nişancı tüfeğine feci şekilde benzer. Tüfek mekanizma, kundak, dipçik ve namlu olmak üzere dört ana parçadan meydana gelir. Her bir parçanın farklı bir işlevi olup ideal amaca ulaşmak için hepsinin bir arada uyum için içinde çalışması gerekir. Bu ideal amaç bir ya da birden çok insanı öldürmektir. Bu açıdan bakıldığında bir sistemin çalışma amacı başka bir sistemin çalışmasını durdurmak ve yok etmek olabilir.
İnsan vücudundaki temel sistemler ise hareket, solunum, sinir ve dolaşım sistemidir. Eğer hedefinizin başına nişan almışsanız, işiniz sinir sistemiyle demektir. Aslında kafa en iyi hedeftir. İsabet yakalayabilirseniz başarı muhakkak gelir. Ancak vücudun diğer bölgelerine göre daha küçük ve hareketli olduğu için isabet yakalamak zordur. Kafa yerine göğüs bölgesini hedef almak da iyi bir tercih olacaktır; çünkü kalp, dolaşım sisteminin en önemli organıdır. Damarlara kan pompalayarak vücuda oksijen ve besin taşır. 7.62 X 51 mm NATO standardında bir mermi göğsünüze isabet ettiğinde göğsünüzde merminin girdiği noktada küçük, merminin çıktığı noktada ise (yani sırtınızda) koca bir delik açılır. Kalbinizin parçalarını birkaç metrelik bir alandan toplamak mümkün olur.
Bunları düşünürken bir yandan da hedefimi gözlemlemeye devam ediyorum. Sert esen bir rüzgâr parktaki ağaçları sallıyor. Yerden kırmızının değişik tonlarında yüzlerce yaprak havalanıyor. Bir tüfeğin dürbününden değil de bir fotoğraf makinesi objektifinden bakıyor olsaydım, deklanşöre basmak için bir an düşünmezdim. Hayatta böyle anları yakalamak ne kadar zordur bilirsiniz.
Burnuma taze ıhlamur çiçeği kokusu geliyor. Çocukluğumun kokularını anımsatıyor bana. Lodosla birlikte bir yağmur başlıyor. Damlaların metale çarpıp çıkardığı sesi duyuyorum. Eğer işinizi görmek için uzun menzilli bir tüfek kullanmaya karar vermişseniz, en tehlikeli düşmanınız rüzgârdır. Nişan alırken, rüzgârın hangi yöne ne şiddetle estiğini mutlaka doğru bir şekilde kestirmeniz ve nişanınızı buna göre ayarlamanız gerekir. Sabırsızca yapılacak bir hamle her şeyi berbat edebilir. Elim tetikte doğru anı bekliyorum. Hedefim ise, yağmurda daha fazla ıslanmamak için arabasına doğru koşmaya başlıyor. Görüş alanımdan çıkıyor. Arabayı çalıştırıyor ve doğuya, köprü istikametine doğru hareket ediyor.
Bir gün daha fazla yaşamayı ona çok görmüyorum. Nasıl olsa yarın yine aynı şeyleri yapmak için buraya geri dönecek. Arabasını yine aynı yere park edecek, girişteki ıhlamur ağacının altına… Tüm hayatı bir rutinin sarmalında dönüp duruyor. Aslına bakarsanız, onu öldürmekle hem ona hem kendime büyük bir iyilik yapıyorum. Yarın yine burada olacağım, bu plazanın terasında… Tüfeğimin dürbününden onu izleyeceğim. Tetiği hafifçe parmağımla ezip doğru anı bekleyeceğim. Beklediğim an geldiğinde, nefesimi yavaşça verip tetiğe dokunacağım. Ateşleme iğnesinin kapsüle çarpmasıyla mermi kovanındaki barut tutuşacak. Hızla yanan baruttan çıkan sıcak gazın yaptığı basınçla, çekirdek namludan büyük bir hızla hedefe doğru fırlayacak. Kulakları sağır eden bir patlama sesi duyulacak. İşte o sesi siz duyacaksınız, o duyamayacak. Çünkü mermi, sesten önce ulaşacak hedefine…
Seni yeniden aramızda görmek çok güzel. Hikayeni okumakta. Hoş geldin. Kalemine sağlık.
Teşekkürler Öznur
öyküyü okumaya başlarken kimin yazdığını anımsamadığımı fark ettim. Biraz ilerleyince senin olabileceğini düşünüp sayfanın altına inip baktım. Eline sağlık, gecikmiş bir hoşgeldin.