İçimdekileri dökmenin başka bir yolu olsaydı, bu kartlara bakmazdım. Zihnimin derinliklerinde dolanıp duruyorum. Belki diyorum unuttuğum, hatırlamak istemediğim bir şeyler vardır. Nafile. Derinliklerde sadece karanlık var. Hiçlik. Yeşil arabayı nereden hatırladığımı bilemiyorum mesela. Nedenini hatırlayamadığım her şeye hiçlik diyorum. Sonra film şeridi geçiyor zihnimden, yeşil arabayı anılarım arasından bulup çıkarıyorum. Koyuyorum önüme. Hatırladıklarım ve hatırlayamadıklarım hepsi birer birer ayıklanıyor. Geriye travma ve acı kalıyor. Ne kadar zaman bende kaldıklarını hala hatırlayamıyorum. Aynı şeyleri hissetmediğime göre çok uzun kalmadıklarını düşünüyorum. Başka karta geçiyorum. Aklıma “bazı insanlar acıdan beslenir” cümlesi geliyor. Palyaçoların neden beslendiklerini merak ediyorum. Eğlence mi, acı mı? Ben onlara karşı bir şey hissetmiyorum, bunu hatırlıyorum. Çocukken korkardım. Ama şimdi hiç. Bu da bir travma sayılır mı, karar veremiyor psikoloğum. Önündeki kağıda notlar yazıyor. Ben psikolog olsaydım düzensiz, saçma sapan notlar yazardım herhalde diye düşünüyorum. Biliyorum. Her kartta başka bir travmamı gün yüzüne çıkarmayı hedefliyor. Başarıyor da. Keşke ben kartlara bakarken karşımda ayna olsaydı, yüzümü görebilseydim. Tepkilerimi ölçebilseydim. Kendimi daha iyi tanırdım belki. Belki mi? Şu an tanımıyor muyum kendimi? Kendini tanımakla, bilmek arasındaki farkı kendime anlatacakken, başka bir kart daha koyuyor önüme. Bu böyle ne kadar sürecek? Gözümde yaş kalmadı. Sonuç yok, tedavi yok. Gün yüzüne çıkan bir sürü travmamla birlikte ağlaşıyoruz. Sil Baştan filmindeki gibi duygularımı aldırmayı, yok etmeyi düşünüyorum. Hatırladığım her travmaya aynı duyguları beslemeyeceğim.
Babam o akşam o evde fiziksel bir şiddetten çok, hepimizin ruhunu delip geçti.
Bu kadar yeter artık doktor hanım diyorum. Zoraki bir tavırla tamam bakalım yetsin diyor. Ama son bir soru soruyor: “O akşam tam olarak ne hissettin?” “Çok ağladım,” diyorum. “Ağlamak ne hissettiriyor o an bilmiyorum, ama ruhum delik deşik olmuştu.”